Çarşamba, Nisan 24, 2024

Son Haberler

İlgili Yazılar

Modern Haçlı Saldırıları

Batılı şer odaklarının sadece topraklarımızda ve yeraltı/yerüstü kaynaklarımızda gözleri yok, aynı zamanda biz Müslümanlara ve kutsallarımıza yönelik bitmek bilmeyen kinleri de var… Tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de aynı husumetleri devam etmektedir.

Bu bitmek bilmeyen kinlerinden kaynaklanan çok yönlü saldırıları da mütemadiyen devam etmektedir. Kimi yerde (Afganistan, Irak, Suriye ve Libya örneğinde olduğu gibi) askerî saldırılar, kimi yerde siyasî entrikalar (özellikle Türkiye, Pakistan, İran ve Mısır üzerinde) ve diğer taraftan da münferid vaka olarak gözüken ve fakat perde arkasından yönlendirilen psikolojik medya saldırıları hiç bitmek bilmiyor.

Nitekim Sevgili Peygamberimiz bu duruma işaret ederek, “Hak-batıl mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir.” diye buyurmaktadır. Olayın değişmeyen ve değişmeyecek olan bir yönü böyle.. Fakat ümmet olarak biz bu bitmek bilmeyen çok yönlü kuşatma ve saldırılar karşısında gardımızı ne kadar alıyoruz? Bu kuşatma ve saldırıların önünü almak ve bertaraf etmek için nasıl bir çaba içerisindeyiz?

Evet kuşatma ve saldırılar var ve bu kıyamete kadar sürecek fakat biz Müslümanlar olarak bu kuşatma ve saldırılar karşısında ne yapıyoruz? Buna bakalım! Evet, “İt ürür kervan yürür” ama it  ürümekle kalmıyor, mütemadiyen ısırıyor ve bizi yaralıyor. Biz ümmet olarak yaptırım gücümüzle birlikte olmamız gereken yerde olursak sapan da, saldıran da bize zarar veremez. “Siz doğru yol üzere olduğunuz süre sapan size zarar veremez.”

(Mâide:105) Ümmet olarak öz eleştiri yapıp biraz da sorunu  kendimizde aramalıyız! Allah Resulü 52 maddeden müteşekkil anayasal bir düzen oluşturarak kurmuş olduğu Medine site devleti ile mükemmel bir medeniyetin temelini atmıştı. İslâm ümmeti hak, adalet, sosyal paylaşım ve hukukun üstünlüğü prensibini esas alan bu projeye ne kadar sahip çıktı?

Evet, bugün batıl ehlini temsil eden Siyonist-Haçlı ittifakı biz Müslümanlara askerî işgaller ve siyasî entrikalarla çok yönlü olarak saldırmaktadır. Bizler de bu saldırılardan şikâyetçiyiz ve şikâyetimizi dile getirmek için sivil toplum kuruluşları olarak çeşitli protesto eylemlerinde bulunuyoruz. Müslüman duruşumuzu belli etmek, böyle bir etkinliğe katılmak onur ve haysiyetimiz adına bir gerekliliktir.

Fakat bizim bu satırlarda ifade etmek istediğimiz karşımızda uluslararası Siyonist-Haçlı ittifakı varken neden biz bu şeytanî güç odaklarına karşı  caydırıcı nitelikte yaptırım erkimiz yok? Bugün İslâm ümmetinin 57 ulus devlete bölünmüş olması hasebiyle uluslararası siyasî arenada bir varlık gösteremeyişimiz çok üzücü bir durum değil mi? İki milyara yakın nüfus potansiyelimiz var.

Ama siyasî birliğimiz olmadığı için uluslararası siyasî arenada ve dünya kamuoyu nezdinde kâle alınmıyoruz. Bu zaafımızı, bu güçsüzlüğümüzü gören Batılı şer odakları elbette ki, halkımızı demoralize etmek, kendi halklarını kin ve düşmanlığa tahrik etmek için gazeteleriyle, televizyonlarıyla, sosyal medya ağlarıyla ve ayrıca sokak şarlatanlarıyla mukaddesatımıza hakaretler yağdırır, Kûr’ân sayfalarını yakar, Kûr’ân’ın yapraklarını yırtar, üzerine tükür, yerlere atıp tekmeler.

Diğer taraftan Charlie Hebdo dergisi Sevgili Peygamberimiz’le ilgili aşağılayıcı yazı ve karikatürler yayınlar. Ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron örneğinde olduğu gibi kalkar bütün bu alçaklıkları “düşünce ve ifade özgürlüğü” olarak savunma pozisyonuna girer…

Hatırlayalım bir zamanlar başta İngiltere olmak üzere bütün Batılı ülkelerin sahip çıktığı Şeytan Ayetleri kitabının yazarı (Pakistan kökenli İngiliz vatandaşı) mürted Salman Rüşdi vardı. Bu alçak kişi yazmış olduğu kitabında olmadık tezviratlarla Sevgili Peygamberimiz’in eşlerine iftiralar atmıştı. Merhum İmâm Humeynî bu kişinin itlaf edilmesi gerektiği kanaatine vararak hakkında infaz fermanı vermişti.

O gün bugündür bu alçak kişi İngiltere’nin sığınmasında karanlık dehlizlerde yaşamaya mecbur kaldı. Bu olay karşısında bir kısım aklı evvel insanlar Mehum İmâm Humeynî’yi eleştirmiş ve bu aşağlık kişinin üzerine gidilmemesi gerektiğini, kendi hâline bırakılmasını savunmuştu.

Oysa İmâm Humeynî böyle bir tepki vermeseydi o günlerde söz konusu kitaptan çıkarsamalarla film senaryosu hazırlanıyordu. Kısacası Hollywood film yapımcıları bu işin ön hazırlığı içindeydi. İmâm’ın fetvasıyla birlikte (korku dağları sardı) film yapım işinden vazgeçtiler. Caydırım gücü böyle olsa gerek! Sonuç olarak, yine başa dönecek olursak iş dönüp dolaşıp İslâm ümmetinin evrensel birlikteliğini tesise dayanıyor.

Evet, İran İslâm Cumhuriyeti Siyonist-Haçlı ittifakına karşı lokal bir güç olarak direniyor fakat bu rejim kurulduğu günden bu yana askerî tehditlere, tahmilî savaşlara, siyasî entrikalara ve çeşitli ambargolara maruz kalıyor. Farkındaysanız son yıllarda Türkiye de benzeri entrikalarla karşı karşıya gelmiş durumda. 15 Temmuz buna en somut örnektir. Özellikle şunu belirtmiş olalım ki, 15 Temmuz bir darbe girişimi değil bir işgal girişimiydi.

Hatırlayınız 12 Eylül ihtilâli olduğunda dönemin CIA Türkiye şefi olan Paul Henze ABD Başkanı Jimmy Carter’a “bizim çocuklar başardı” diye haber vermişti. Fakat 15 Temmuz’da bunu diyemediler. İncirlik Hava Üssü’nde ve İskenderun açıklarında konuşlanmış ABD Deniz Filosu’ndaki “heyecenlı saldırı bekleyişi” kursaklarında kaldı. Fakat şunu da bilmiş olalım ki, Siyonist-Haçlı ittifakı 15 Temmuz’da muvaffak olamadılar diye Türkiye’ye yönelik şeytanî entrikalarından vazgeçmiş değiller.

Bugün Akdeniz’deki kuşatma, Fransa’nın Libya üzerinden markajlar yapması, Yunanistan’ın şımarık ve küstah tutumu, Sisi rejiminin Yunanistan ile işbirliği yapıp alçakça ihanette bulunması büyük şeytanî pazılın birer parçasıdır.

Bütün bu mudern Haçlı saldırıları karşısında gönlümüz ister ki, Müslüman ülkeler arasında D-8 vari bir yapı ivedilikle tesis edilsin. Hiç kuşkusuz bu yolda ilk adımı  atması gereken Türkiye ve İran’dır. Bu iki ülkenin oluşturacağı siyasî, askerî ve ekonomik işbirliği diğer Müslüman ülkeleri de cezbedecektir bi iznillah..

 08.09.2020 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin başkanlık ettiği Türkiye-İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (pandemi sürecinden dolayı telekonferansla da olsa) 6’ncı toplantının gerçekleşmiş olması İslâmî camiada umut verici gelişme olarak değerlendirildi.

Görüyorsunuz, Siyonist-Haçlı ittifakı çok yönlü saldırılarını aralıksız olarak devam ettirmektedir. Aziz dinimiz İslâm bize birlik olmayı emrediyor. Yüce Rabbimiz biz İslâm ümmetini uyararak, eğer birlik olmazsak gücümüzün gideceğini ve zelil olacağımızı söylüyor. Dünya Müslümanları olarak hâlimiz pür melâlimiz ortada! Kısacası İslâm ümmeti olarak içerisinde bulunduğumuz bu üzücü durumdan mutlaka kurtulmalıyız. Bunun ön şartı İslâm Birliği’ni tesis etmektir.

Bunun ilk adımı ise Türkiye ve İran’ın siyasî, askerî ve iktisadî ittifaklar kurup güç birliğine gitmesidir. Türkiye ve İran’ın bu bağlamda diğer Müslüman ülkelere rol-model olması bi iznillah domüno etkisi yapacaktır. Ve sonuçta Rabbimiz nûrunu tamamlayacaktır inşAllah… . Hazım Koral

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar