Perşembe, Kasım 21, 2024

Son Haberler

İlgili Yazılar

Amerikan Siyasal İstikrarsızlığı / Taha Özkan

Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Taha Özhan “Eskinin işlemediği yeninin de ortaya çıkmadığı bir küresel siyasal ve jeopolitik bunalım döneminde ABD’nin negatif çarpan etkisi dünya genelinde sert bir şekilde hissedilecektir” diyor.

“Bu türden bir şiddete Amerika’da yer yok!”. Biden’ın Trump’a yapılan suikast girişimi sonrasında Beyaz Saray’da prompterdan okuduğu ve birkaç kere tekrar ettiği sürreel cümle buydu. Amerika’dan şiddetin darasını aldığınızda geriye ne kalır bilinmez. Ancak şiddet ve Amerika, dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığı kadar iç içe geçmiş, ruh ve beden gibidir. Şiddetsiz bir Amerika düşünmek neredeyse tahayyül edilemeyecek bir olgudur. Zira 15. Yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa’dan Amerika’ya duhul edenlerle başlayan kanlı dönem, insanlık tarihinin tecrübe etmediği bir vahşete denk gelmektedir. Topraklarında Avrupalıları keşfeden Amerikan yerlileri sadece kanlı bir soykırımla karşılaşmadılar, aynı zamanda milyonlarcasını öldürecek Avrupalı hastalıklarla ve doğrudan soykırımı hedefleyen aç bir topluluğu da keşfettiler. Batı Yarım Küre’de ya da “Yeni Dünya’da” 15. Yüzyıl öncesinde 75 milyon civarında yerli nüfusun olduğu tahmin edilmektedir. 1492-1900 arasında Batı Yarım Küre’de toplam 175 milyon insanın yeni hastalıklar ve sömürgecilik sürecinde öldüğü tahmin ediliyor.

Sadece bugün ABD olarak bilinen bölgede ise ölüm sayısı 12 Milyon olarak tahmin ediliyor.[1] Kuzey Amerika’da 1492 öncesinde 5 milyonun üstünde olan yerli nüfus bugün birkaç yüz bine inmiş durumda. [2] Amerikan iç savaşında 30 milyonlarda olan nüfusun yüzde ikiden fazlası hayatını kaybetti.[3] Sivil ölümlerle bu sayının çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. 20. ve 21. Yüzyılda ise kendi toprakları dışında on milyonlarca insanın canına mal olan bir başka kanlı tarihin sahibi oldu. Biden’ın “şiddete yer olmadığını” düşündüğü Amerika hiçbir zaman olmadı. Bundan sonra da olması mümkün görünmüyor. Dünyada örneği olmayan bir şekilde Gazi İşleri Bakanlığı bulunan, gazi sayısı Avrupa’nın onlarca ülkesinden daha fazla olan Amerika’da “son gazi” Trump oldu.

Geçen sene hayatını kaybeden, Amerikan sosyal muhayyilesi ve sancıları üzerine müstesna bir kalem olan Cormac McCarthy’den daha iyi Amerikan şiddetini tasvir eden isim az bulunur. Şaheseri Kan Meridyeni’nde şiddet ve vahşet Amerika’nın acımasız ve mütemmim cüzü olarak tasvir edilir. McCarthy’nin “Savaş bitmez…Savaş her zaman buradadır. İnsandan önce. Onu bekler durur” cümleleri Amerikan’ın kanlı tabiatına dair en veciz ifadelerden kabul edilir. Amerika’nın kanlı tarihine bakınca gerçekten de “daimî savaş” halinin biteviye olduğu söylenebilir. Elbette Amerikan siyasal hayatı da bu şiddetten hiçbir zaman beri olmadı. Amerika’yı ABD yapan 1860 seçimlerini kazanan ve suikastta öldürülen Lincoln’den bu yana başkanlarına ve aday olanlara yönelik siyasal şiddet hiç hız kesmedi. Her ne kadar Biden “Amerika’da farklılıklarımızı sandıkta karara bağlarız, kurşunlarla değil” dese de sadece 1901’den bu yana 17 ABD Başkanı veya başkanlık adayına suikast yapıldı[4]. Bugüne kadar dört başkanları da suikasta kurban gitti.

Trump bu şiddet dalgasının son kurbanı oldu. Amerika’nın “şov ve müteahhitlik” dünyasından Washington’a avdet eden tartışmalı ismi Trump’ın siyasal bir şiddete muhatap olması tam anlamıyla sinematografik bir sahnenin oluşmasını sağladı. Zira herhangi bir siyasal çizgiden gelmeyen, Amerikan geleneksel sağının yıllardır nefret objesi olarak kodladığı “Kuzeyli, zengin, sapkın ve hedonist” bir karakter, Cumhuriyetçi partinin bütün filtrelerini boşa çıkararak, seçiciler kuruluna dayalı kaybedeni de ödüllendiren seçim sisteminin de yardımıyla kendisini bir anda başkan olarak buldu. Trump dünyanın Amerikalı olarak kodladığı sembollerle uyum içerisinde iken Amerikan sağının siyasal ve kültürel kodlarının şeytanlaştırdığı figürdür. Bu çelişkiden Cumhuriyetçilerle Faustçu bir biat alarak başkanlığa yürüyen Trump, seçildiğinde bu kitlenin siyasetinden ziyade nefretini temsil ediyordu. Ancak suikast girişimi sonrası, 2015’te başlayan Trumpizmin, artık ne denirse densin sahici bir toplumsal ve siyasal dalgaya dönüşmesi için önünde bir engel kalmadı. Suikast girişiminin, tarihi 1860’larda kadar uzanan siyasal fay hattında olan ancak kendisi bir siyasal eksene oturmayan Trump’ın 30-40 saniye içerisinde 150 yıllık siyasal açığını kapattığı söylenebilir. Gelinen noktada suikastın siyasal bir teoloji, dil ve kahraman üretmeye yeteceği görülüyor.

ALAYLI TRUMP ARTIK BİR SİYASİ LİDER

Trump’ın Kasım ayındaki seçimlerinde kazanma şansı hali hazırda oldukça yüksekti. 2015’te Amerikan siyasel elit üretme krizinin içerisinde “dışardan” bir isim olarak gelip önce Cumhuriyetçileri ardından da Demokratları yenen Trump, bu seçimde de benzer bir krizin açtığı alanda büyük ölçüde sorunsuz bir şekilde ilerliyordu. İşlediği suçlardan dolayı mahkûm olmuş bir aday olsa da suçların berbat başlıklarından dolayı yargılamanın siyasi olduğunu ne kadar dillendirirse dillendirsin “siyasi bir mahkûm” olarak kabul görmesi zordu. Suikastle artık gerçek bir mağdur oldu. Mahkumiyetinin de hızla siyasal bir tabiat kazanması kaçınılmaz görünüyor. Suikast sonrası görülen ilk davadan beraat etmesi de bu durumu doğrular nitelikteydi. Demokratların neredeyse “adaysız” bir şekilde seçimlere doğru gittiği bir dönemde vuku bulan suikast girişiminin seçim tartışmasını bitirme gücü bulunuyor. Bu saatten sonra Demokratların elindeki tek seçenek ya ekonominin seçim kazandıracak düzeyde iyi olmasını bir kaldıraç olarak kullanabilecek Biden dışında bir aday bulmak ya da Biden’ın bir mucizeyle yeniden seçilmesini beklemek. Cumhuriyetçi tabanı tam anlamıyla tahkim eden suikast sonrasında Demokratların dağılmak üzere olan Biden mutabakatının fazlaca bir şansı olmadığı da ortada.

Kaldı ki Demokratların geçmişte benzer kanlı seçim süreçlerinde kriz yönetiminde zayıf bir karnesi de bulunuyor. Demokrat Başkan Johnson’un seçimlere katılmama kararı ardından adaylardan suikaste kurban giden eski Başkan Kennedy’in kardeşi Robert F. Kennedy[5] de öldürülmüştü. Bu suikastten iki ay önce ise Amerikalı ünlü siyahi aktivist Meartin Luther King suikast sonucu hayatını kaybetmişti. Görevdeki başkanın aday olmadığı ve suikastlerin gölgesinde gidilen seçimi Demokratlar kaybetmişti. Bir taraftan siyasal şiddetin seçimlere kadar yükselme ihtimali diğer yandan Biden’ın sağlık durumu Amerika’nın kusursuz bir siyasal istikrarsızlık fırtınasına yakalanma ihtimalini artırıyor. Böylesi bir ortamda Trump, İsrailli esirlere dua ile başlayan Cumhuriyetçi Parti ulusal kongresinde ilan ettiği başkan yardımcısı adayı tartışmaların daha da derinleşmesine yol açtı.

MEKTEPLİ TRUMP SAHNEYE ÇIKIYOR

Amerikan ordusunda deniz piyadesi olarak görev yapmış, Irak’ta ordunun medya ilişkileri bölümünde görevlendirilmiş, ardından da önce üniversiteyi bitirip ardından da ünlü Yale Üniversitesi’nde hukuk eğitimi almış Ohio’nun yeni senatörlerinden JD Vance’ı kendisine başkan yardımcısı olarak seçti. Amerikan seçimlerinin kaderi üzerinde doğrudan etkisi bulunan Pas Kuşağı’ndaki Ohio’nun 17 Seçiciler Kurulu üyesi bulunuyor. Etrafındaki eyaletlerle beraber düşünüldüğünde, Trump’ın Pas Kuşağı’nda 2016’daki gibi bir performans göstermesi hatta yaklaşması durumunda bile Demokratların fazlaca bir şansı kalmıyor. Zira Trump’ı başkanlığa götürecek senaryo sayısı Biden’a göre oldukça fazla. Demokratların rengi belli olan eyaletlerin dışında Pas Kuşağı’nda başarılı olmaları ve Georgia, Nevada, Arizona, Nebraska gibi eyaletlerden en az birini veya fazlasını garanti etmeleri gerekiyor. Cumhuriyetçi eyaletlerden nam yapmış (Kuzey Dakota Valisi Doug Burgum veya Florida Senatörü Marco Rubio) isimler yerine Ohio’dan genç bir ismi başkan yardımcısı olarak seçmek Trump’a Demokratların Mavi Duvarı’nı (Michigan, Wisconsin ve Pennsylvania) zorlamakta ciddi bir avantaj sağlayabilir. Geçmişte “Trump’la asla” ekibinin içerisinde yer alan, Trump’a “Amerika’nın Hitler’i”, “salak” gibi hakaretler yönelten JD Vance’ın Pas Kuşağı’ndan getirebileceği oyların Trump için daha kıymetli olduğu anlaşılıyor.

Geçmişte Trump’ın “bir sahtekâr olduğunu, midesinin kaldırmadığını, beyaz işçi sınıfını karanlığa sürükleyen” bir isim olduğunu düşünen Vance’ın, radikal bir dönüşüm yaşaması sadece karakterine dair bir fikir vermiyor. Aynı zamanda gelecekte nasıl bir fırsatçı olabileceğine dair de fikir veriyor. Dünyanın farklı yerlerinde son yıllarda mantar gibi türeyen bu yeni siyasetçi tipinin fırsatçılığı Machiavelli’nin ciddiyet gerektiren realist pragmatizmiyle de karıştırılmamalıdır. Vance’ın dönüşümüne bakıldığında hırslı ve acemi taşralı bir ismin, askerlik avantajıyla başladığı eğitim hayatına başkan çıkaran okul olarak da bilinen Yale’e uzanmasıyla önünün açıldığı, özellikle Hindistanlı eşiyle evlendikten sonra kaderinin değiştiği anlaşılıyor. Kendisi İskoç-İrlanda kökenli, neredeyse tek kişi zamiri “beyaz” olan ama Hindistanlı bir kadınla evli, X profiline birinci özelliği olarak Hristiyan yazan ama önce Evanjelik sonra ateist daha sonra da mühtedi bir Katolik, karısı göçmen ama kendisi radikal bir göçmen karşıtı. Bu ve diğer çelişkiler içerisinde kendisinden 40 yaş büyük patronuyla yol yürümek zorunda. En önemlisi de narsizmin zirvelerinde dolaşan Trump’ın yanı başında saklamakta zorlandığı egosunu bastırmak zorunda.

Vance’ın geçmişte müstear bir isimle FrumForum’a yazdığı yazılara bakılırsa, kimlik çatışması korkularını küçümseyen, sosyal kapsayıcılık vurguları yapan, partici kutuplaşmayı eleştiren ve Amerika’nın küresel sorumluluklarına dair farkındalığı olan bir isim olarak karşımıza çıkıyor. Daha sonra şöhreti getiren kitabını yayıncıya gönderdiğinde, editor politika çözüm önerilerinin olduğu bölümleri atmasını ve girişteki kendi hikayesini genişletip kitap haline getirmesini tavsiye ediyor. Hillbilly Elegy bu şekilde ortaya çıkıyor. İronik bir şekilde liberal medya mafyasının Trump fenomenini anlamak adına 2015 sonrası buldukları her kırsal hikayeye her kişisel gelişim düzeyini aşmayan kalitesiz otoriterlik tartışmasına ve her demokrasi elden gidiyor yaygarasına yükledikleri populist anlamla kitap kendisini bir anda en çok satanlar listesinde buluyor. Vance da ulusal sahnede. İşin acı yanı, ismi Faulknerlerin, Steinbecklerin, McCarthylerin, Baldwinlerle beraber Amerika’yı anlamak için yer yer referans olarak bile geçiyor. Bunlar yaşanırken Obama’dan hayranlıkla bahseden Vance, bir noktada rol modeli olarak Obama’yı görmeye bile başlıyor. New York Times’a 2017’de gönderdiği yazının başlığını “Barack Obama ve Ben” koyacak kadar açık bir şekilde yapıyor bunu.

Vance, gücün kokusunu almasıyla radikal bir dönüşüm geçiriyor. Rüzgârın nereden estiğini fark ediyor. 2010-17 arasında anti-popülist muhafazakâr kimliğinden uzaklaşıyor ve 2017-2022 arasında “kızgın-beyaz-erkek kişiliğe” tam anlamıyla oturuyor. Başkanlığa doğru yürümek için Ohio senatörlüğünü elde ediyor. 2017’de Washington’a davet ettiği bir grup Cumhuriyetçi isimle yaptığı beyin fırtınasından çıkanlar “Başkan Vance kampanyasına” şahitlik ettiklerini düşünüyorlar.[6] Trump’ın kendisinden 40 yaş küçük ve literatür oluşturacak kadar nefret eden Vance’a başkan yardımcılığını hediye etmesiyle hem Cumhuriyetçi Parti hem de Amerika için ilerleyen yıllarda Trump’ı aratacak bir heveskarın doğmasına yol açmış olabilir. Geçmişte benzer bir ismi sahnede görseler “cahil cesareti ve acemiliğiyle” kısa zamanda kendisini imha edeceğini düşünen birçok isim, Trump sonrasında artık yoğurdu üfleyerek yemek zorundalar. Mademki sahne Trump’a açıldı ve Biden hala ısrarlı, Vance gibi bir karakterin de kendisine yer bulması için ne ciddi bir toplumsal dirençleri var ne de siyasi parti filtreleri.

Milliyetçi dalganın yükselişine doğru zamanda yelken açan, yarı-aydın beyaz Amerikalı JD Vance’ın Trump’la seçimi kazansa da beraber yol yürümekte zorlanacağını söylemek mümkün. Diğer yandan Vance’ın birkaç yıllık acemi siyasi geçmişine bakınca hedeflerine ulaşmak için bütün sorunları yönetebileceğini de düşünülebilir. Zira Vance’ın başkan yardımcılığını ilk günden itibaren başkan olacağı gün için sıçrama tahtası olarak değerlendireceği anlaşılıyor. Trump açısından başkan yardımcısı pozisyonu, seçimleri kazanmaya çok yakın bir isim olarak seçtiği kişinin bir meydan okumayla başetmesinden ziyade altın tepside sunulan makamdan ibaret. Diğer bir sıkıntı ise Trump’ın zihinsel ahenksizlik içerisinde lümpen bir dille ifade ettiği popülist söylemleri JD Vance’ın daha ideolojik ve siyasal bir söylemle kullanması. Trump’ın bu soyutlama ve kavramsallaştırma kabiliyeti karşısında nasıl tepki vereceğine dair müneccim olmaya gerek yok. Başkanlığı döneminde, görevi tamamladığı sene, başkan olduğu yıldan itibaren A Takımı’nın yüzde 90’ı bir vesile ile yönetimden ayrılmıştı.[7] Vance’ın Amerikan sosyal muhayyilesinin inşa ettiği politik-teolojiye ve ekonomi-politiğine dair radikal yaklaşımları da Trump’ın şirket-merkezli dünyasının uzağında bulunuyor. Bu aslında Trump’la Cumhuriyetçi Parti’nin, özellikle de tabanının yaşadığı çelişkinin bir uzantısı. Vance beyaz işçi sınıfının öfkesini siyasal dile dökerken, Trump beyaz kapitalist sınıfın çıkarlarını en arsız şekilde temsil ediyor. Bu çelişkilerin seçimleri kazanarak giderileceğini beklemek naif bir yaklaşım olur. Ancak Trump sonrasında, Vance’ın ulusal bir figüre dönüşerek, Amerika’nın hali hazırda taşımakta zorlandığı radikal çizginin güçlenmesini sağlama ihtimali yüksek görünüyor.

JD Vance’ın sadece Amerikan iç politikasında keskin fikirleri bulunmuyor. Aynı zamanda dış politikaya yönelik oldukça maksimalist, kestirme ve Amerika’nın küresel ilişkilerini baştan aşağı askeri bir maliyet analizi üzerinden okuyan tecrübesiz popülist yaklaşımı temsil ediyor. İslamofob tınıları hissettirmekten ve fanatik İsrail destekçisi söylemi kullanmaktan geri durmayan, Avrupa’yı “hiçbir şey yapmamaları için fonladıklarını” düşünen bir yaklaşımı temsil ediyor. Asya ve Çin vurgusunu özensiz ve klişeler üzerinden yaparken küresel bir perspektife sahip olmadığını ilan etmekten geri durmuyor. Dolayısıyla 2024 seçimlerinde Trump başarılı olabilir ama kazananın Vance olabileceğini söylemek abartı olmayacaktır.

SİYASAL MERKEZİN ÇÖZÜLMESİ

Amerika’da sağda ve solda siyasal merkezin çözülmesiyle ortaya çıkan radikal figürlerin inşa ettiği söylem ve toplumsal yansımaları ilerleyen yıllarda siyasal istikrarsızlığı büyütme potansiyeline işaret ediyor. Suikasta kadar “biri mahkûm biri tekaüte ayrılmış” iki ismin seçim yarışı arasında siyasal istikrarsızlığı devam eden Amerika’nın, Trump’a suikast girişimi sonrasında yeni bir safhaya geçtiği söylenebilir. Bunun en iyi idrakinde olan kişinin Trump olduğu da muhakkak. Trump elbette suikastla ortaya çıkan sonuçların tamamından ilk andan itibaren haberdardı. Suikasttan hemen sonrasında ayağa kalkarken de yumruğunu kaldırırken de ne yaptığının farkındaydı. Yıllardır heves ettiği göreve 2016’da gelmiş olsa bile ne partisinde ne de diğer siyasal elitler arasında siyasi olarak ciddiye alınan bir isim değildi. Kendisiyle birlikte aynı dönem seçilen ve 2016 sonrası “zoraki Trumpçı” olmak zorunda kalan Cumhuriyetçi isimlerin büyük bir kısmının lanetlediği ve aşağıladığı bir isimdi. Başkanlık bile Trump’ın siyasi bir saygı görmesine yetmemişti. Ancak bu suikast radikal bir kırılma olacaktı. Bunu hisseden Trump’ın “ister şans eseri ister Tanrı sayesinde deyin. Birçok kişi Allah’ın bir lütfu olarak hala burada olduğumu söylüyor” açıklaması, Mesih teveccühünün oldukça yüksek olduğu Amerika’da, “seçilmiş isim” olma yolunda önemli bir merhaleyi geçtiğine inandığını gösteriyor. Ancak yine de cıvıklığı elden bırakmayarak, yumruğunu havaya kaldırarak verdiği muzaffer ve devrimci poz için “pek çok insan bunun şimdiye kadar gördükleri en ironik fotoğraf olduğunu söylüyor. Haklılar, üstelik ben ölmedim. Genelde ironik fotoğrafa sahip olmak için ölmeniz gerekir” demekten de kendisini alıkoyamıyor.

Sonuçta, Demokratlar yeni bir isimle çıkmadıkları ve bu yeni ismin idrak zafiyeti sorunları olmayan bir isim olmaktan başka meziyetleri olmadığı sürece, Amerikan seçimlerini hali hazırdaki iki isimden birisi kazanacak. Dünya açısından kazanacak isme ve Amerika’ya dair olumlu bir senaryo bulunmuyor. Eskinin işlemediği yeninin de ortaya çıkmadığı bir küresel siyasal ve jeopolitik bunalım döneminde ABD’nin negatif çarpan etkisi dünya genelinde sert bir şekilde hissedilecektir. Küresel ve bölgesel ittifak haritaları baskı altında kalacak, deglobalizasyon süreci yönsüz bir şekilde mesafe almaya devam edecek ve çatışma bölgelerindeki krizler derinleşecektir. Hegemon gücün krize girdiği, sahici alternatiflerinin de son üç-dört asırda olduğu gibi ortaya çıkmadığı dönemler insanlık açısından yıkıcı bir şekilde son buldu. Biden gibi çoktan “kaybolmuş bir dünya düzenine” hitap eden, Trump gibi “Amerika’nın intikamına” odaklanmış Hollywood kurgularında ve komplo dünyasında var olan küresel düzen fantazyasına inanan iki ismin elinde zar zor ayakta duran uluslararası asgari düzeydeki ilişkilerin daha da tahrip olması kaçınılmaz olacaktır.

Karar

Popüler Yazılar