Büyük Şeytan Amerika’nın tarihi aynı zamanda haydutluk, korsanlık ve eşkiyalık tarihidir. Bu tarihi olanca yalınlığıyla ortaya koymak için ciltler dolusu kitap yazmak gerekir. Bugün de ABD gerek doğrudan kendisi, gerekse vekilleri aracılığıyla diğer ülkelerde ve uluslararası sularda bu korsanlıklarına devam ediyor. Daha geçtiğimiz günlerde bütün dünya Umman denizinde Amerika’nın yeni bir hırsızlık girişimine tanık oldu. ABD, İran’ın petrol taşıyan bir tankerine el koyup, tankerdeki petrolü kendi gemisine nakletmişti.
Ancak İran İslam Cumhuiyeti Devrim Muhafızları Ordusu, ABD gemisine operasyon düzenleyerek çalınan petrolünü geri aldı ve Vietnam bandıralı Amerikan gemisini Bender Abbas limanına çekti. Olayı takip eden her türlü ağır silahlarla donatılmış iki Amerikan destroyeri Devrim Muhafızlarının gerçekleştirdiği operasyon karşısında herhangi bir şey yapamadı. İran Amerikan destroyerlerini uyarmış, herhangi bir müdahalesine karşılık verileceğini duyurmuştu. ABD’nin haydutluk girişimi hezimetle sonuçlandı. Üstelik İran bu operasyonun video görüntülerini dünya kamuoyuyla paylaştı.
Düşünebiliyor musunuz, bir ülke geliyor, yanına savaş gemilerini alıp başka bir ülke halkının malına, emeğine, alın terine el koyuyor! Kimse de buna ses çıkarmıyor! Herkes başını çeviriyor, görmezden geliyor ya da üç-beş cümlelik dikkatli seçilmiş kelimelerle haber yapıp geçiştirilmeye çalışılıyor. Uluslararası toplumdan, uluslararası hukuktan, uluslararası antlaşmalardan çıt yok! Eğer İran İslam Cumhuriyeti’nin çalınan petrolünü geri alma gücü olmasaydı, bu da daha önceki hırsızlıkları gibi ABD’nin yanına kâr kalacak, kimse de mazlumun hakkını arayıp-sormayacaktı.
Önümüze konulan uluslararası sistemin, yaşadığımızın dünyanın özeti bu.
Halbuki Amerikan haydutluğundan zarar görmemiş bir ülke neredeyse yoktur. Türkiye ise Amerikan eşkıyalığından en fazla çekmiş, en çok zarar görmüş ülkelerden biridir.
ABD’nin ülkemizde işlediği suçlar için ayrıca bir dosya tutulmamış olmasına rağmen, bu suçları saymakla bitiremeyiz. Hangi birini anlatalım ki!
Kamuoyunda en çok bilinen “Çuval Hadisesi” ve Türk Muavenet Gemisinin iki ABD füzesiyle vurulması, bunlardan ikisidir sadece. Kaldı ki, bunlar da unutturulmak istenmektedir. Bundan öncekiler de anlatılmayarak, yazılmayarak, yası tutulmayarak, üstünde durulmayarak halkımızın hafızasından bilinçli olarak silinmiştir. Bu ülkede ABD’nin suçlarını kaydetmeyen, kendiliğinden görünenleri de saklayıp-gizleyen, konuşmayan ve bu konularda halkı bilgilendirmeyen her siyasetçinin, her gazetecinin, her akademisyenin, her yetkilinin halkımıza vermesi gereken bir hesap vardır.
Sadece 1950’li yıllarda gasp, tecavüz, hırsızlık, cinayet, adam kaçırma vb. gibi ABD’li askerlerin karıştığı basına yansıyan 300’den fazla olay bulunmaktadır. Kaldı ki, basınımız o yıllarda neredeyse baştan sona Amerikancıydı. ABD’yi kötü gösterecek her şeyden uzak duruluyordu. Ama Amerikalıların işlediği suçlar o kadar fazlaydı ki, basına yansıyan haberler mızrağın çuvala sığmayan tarafıydı. Yine de dönemin gazeteleri tarafından bu olaylar “münferit yaramazlıklar” gibi sunuluyordu. Basın bir kenara hükümet de, muhalefet de Amerikancıydı. Amerikancılık “milli politika” olarak görülüyordu. NATO-SOFA (NATO Kuvvetler Statüsüne Dair Sözleşme) Antlaşması’nın 7. Maddesine göre, Amerikalılar ülkemizde işledikleri suçlardan dolayı Türk mahkemelerinde yargılanamıyordu. ABD’li askerlerin üzerinde bu maddenin verdiği rahatlık vardı. Amerika’nın işlediği suçlar artık dayanılmaz boyutlara geldiğinde NATO-SOFA’nın 7. Maddesi tartışma konusu olmuş, konu yıllarca müzakere edilmiş ama yine de ABD kendi askerlerinin Türkiye’de işlediği suçlardan dolayı Türk yargısına teslim edilmesini kabul etmemişti.
İçeride birbirine aslan kesilen iktidar ve muhalefet söz konusu ABD olunca süt dökmüş kediye dönüveriyordu. Halbuki ABD’lilerin işlediği suçlar insan olan herkesin kanını donduracak türdendi. İşte 1950’li yıllarda ABD’lilerin ülkemizde işlediği suçlardan sadece bir kaçı[1]:
6 Eylül 1950: Bir Amerikalı, motosikletinin klaksonu ile oynayan çocuğu havalı tüfekle vurdu.
16 Aralık 1951: Ankara’da bir Amerikan çavuşu, 14 yaşında bir Türk kızını evinde alakoymak ve kaçırmaktan yakalandı.
11 Nisan 1951: Asmalımesçitte[2] oturan İhsan Kaynak adlı vatandaşımız Amerikan Konsolosluğuna başvurarak kızı Ayselle arkadaşı Neriman’ın Colombia Heights gemisi mürettebatı tarafından Amerika’ya kaçırıldığını ihbar etti.
31 Ocak 1954: Amerikalı bir çavuş Ankara’da mermer kaçakçılığı yaparken suç üstü yakalandı.
17 Ekim 1954: Bir Amerikalı, kullandığı oto ile bir kadını ezerek öldürdü.
30 Ocak 1955: Hilton adında bir Amerikalı hava onbaşısı, Anafartalardaki bir otelde bir kadını kaçırmaya kalktı.
8 Ağustos 1955: Nichigan plakalı bir oto, bir kadına çarparak ağır şekilde yaralayıp kaçtı.
30 Ağustos 1955: Sarhoş Amerikalılara ihtarda bulunan bekçimiz, Amerikalılar tarafından dövüldü. (Samsun)
6 Eylül 1955: Otomobil ile bir genci ezerek öldüren Amerikalı bir çavuşu polis serbest bıraktı.
3 Ocak 1956: Amerikalı bir uzman, bir işçimizi otomobiliyle ezerek ölümüne sebep oldu.
17 Ocak 1956: İzmir’de NATO personelinin gümrüksüz olarak yurda sokup izinsiz sattıklara arabalara el konuldu.
17 Eylül 1956: Bir Amerikalı kendisine hizmet eden bir erimizi döverek ağır şekilde yaraladı.
4 Ekim 1956: Kocasının yanında bir Türk kadınına el ile sarkıntılık yapan Amerikalı subay, yakalandı ve serbest bırakıldı.
4 Kasım 1956: Bir Amerikalı, evlenmek vaadiyle bir kıza tecavüz etmekten yakalandı.
19 Kasım 1956: Bir Amerikalı çavuş, İzmir’de ufak bir Türk çocuğuna tecavüz etti.
17 Nisan 1958: Karamürsel’de bir Amerikalı hava polisi, kullandığı oto ile 6 yaşındaki bir çocuğa çarparak ölümüne neden oldu.
20 Nisan 1958:Amerikalı bir er, İzmir’de içkili olarak bir eve tecavüz etmiş, yakalanmış ve serbest bırakılmıştır.
9 Haziran 1958: İzmir’de sarhoş 8 Amerikalı, Mehmet Çapa isimli bir vatandaşımızı feci şekilde döverek ağır yaralamışlar ve kaçmışlardır.
9 Eylül 1958: İzmir’de Amerikalı iki denizci bayrağımızı parçalarken yakalandılar.
7 Mayıs 1959: Amerikalı çavuş, otomobili ile bir çocuğu ezdi.
8 Temmuz 1959: Amerikalı petrol uzmanı, Türklüğe hakaret etti. Kendisine karşı koyan 6 işçimizin de işine son verildi.
17 Ağustos 1959: Amerikalı bir subay, otomobili ile bir erimizi ezerek öldürdü.
5 Kasım 1959: Bir Amerikalı yarbay otomobili 10 erimizi ezdi. Erlerden ikisinin bacakları kesildi, birisi öldü. Yarbay görevli olduğunu isbat ettiği için yetkili makamlarca serbest bırakıldı.
6 Kasım 1959: George Ferler adındaki Amerikalı bir çavuş, Alsancak’ta tecavüz ettiği Türk kızı ile evleneceğini bildirerek yargılanmanın durmasını istedi. (Bu çavuş adı geçen kız ile evlenmiş, hapishaneden çıkmış, Amerika’ya giden kız bir süre sonra meçhul bir şekilde ölmüştür)
*
Dediğim gibi, ABD’nin işlediği suçları yazmaya kalemlerin mürekkebi yetmez. Halihazırda bile bu eşkiyalık devam ediyor. 15 Temmuz organizatörlerini koruyup, kolluyor. Türkiye’nin parasını ödediği F-35’leri Türkiye’ye vermiyor. Aynen 1975’te 78 milyon dolar tutarındaki parası ödenmiş silahları Türkiye’ye vermediği gibi.
Ancak bu eşkiyalıklar arasında bir tanesi var ki, Afyon’da yaşıyor olmamdan dolayı benim için ayrıca bir önemi var. Haşhaş Krizinden bahsediyorum. ABD 1960’lı yıllarda, Türkiye’nin haşhaş ekimini yasaklamasını istemişti. Gerekçesi komikti: Türkiye’den kaçak yollarla gelen haşhaşın Amerikan gençlerini zehirlediğini iddia ediyordu. Halbuki o yıllarda dünya uyuşturucu ticaretini CIA organize ediyordu. Altın Üçgen olarak isimlendirilen Burma, Laos ve Tayland uyuşturucunun asıl kaynağıydı. O sıralar Türkiye’nin 47 ilinde haşhaş ekimi yapılıyordu. Haşhaş, Ege ve İç Anadolu Bölgesindeki pek çok ilimizin en önemli geçim kaynakları arasındaydı. Dünyanın en kaliteli haşhaşının yetiştiği yerlerden biri olan Afyon ilimiz ismini bu bitkiden almıştı. 1965’de tek başına iktidar olan Adalet Partisi, ABD’nin yaptığı baskılara direnemedi ve haşhaş ekimi yapılan şehirlerin sayısı peyderpey bire kadar düştü. Haşhaş tarımı yapılan tek şehir Afyon kalmıştı. Ama ABD haşhaş ekiminin “tamamen” yasaklanmasını istiyordu. Krizin yaşandığı o günlerde ABD Dış İşleri Bakanı Kissinger “Gerekirse hükümeti düşürün” diyecekti. New York Post’ta yayınlanan bir makale ise Türkiye’ye 6 gün mühlet veriyor, eğer bu süre içinde Türkiye bütün tarlalarındaki haşhaşı yakmazsa, Amerika’nın B52 uçaklarıyla haşhaş tarlalarını “napalm” bombalarıyla bombalamasını öneriyordu.
Arkasından 1971 Muhtırası geldi ve Demirel hükümeti devrildi. İhsan Sabri Çağlayangil İsmail Cem’e verdiği mülakatta darbenin arkasında CIA olduğunu ve haşhaş meselesinden dolayı darbenin yapıldığını söyledi. Darbe hükümetinin başına geçen CHP Milletvekili Nihat Erim’in ilk yaptığı iş ise haşhaş ekimini yasaklamak oldu.
*
Yedi yıldan beri Afyon’dayım. Bakkalda, otobüste, kahvede çay içerken vs. özellikle yaşça benden büyük olanlara haşhaş meselesini sorarım. Bazıları hatırlamıyor, bazıları ise hayal meyal hatırlıyor. Genç nesil ise konuyu hiç bilmiyor. Ülkemizdeki darbelerden birinin gerekçesini oluşturan bu olay anılmadığı, konuşulmadığı, tartışılmadığı için toplumsal hafızadan silinip gitmek üzeredir.
Bir toplum asli düşmanını unutmuşsa başına her türlü bela gelecek demektir. Eğer biz ABD’nin asli düşmanımız olduğunu unutmasaydık, FETÖ gibi bir bela başımıza gelir miydi? Terör belasıyla uğraşır mıydık? Aynı toprakları paylaşan insanlar arasında bunca husumet kök salabilir miydi?
Öyleyse, neden bu halka asli düşmanını anlatmadınız? Neden Amerika’nın halkımıza yaptığı eşkiyalıkları canlı tutmadınız? ABD’li askerin vurduğu 12 yaşındaki Turan’ı neden unuttunuz, unutturdunuz? İsimlerini bile bilmediğimiz, o dövülen, ezilen, tecavüz edilen, kaçırılan çocuklarımızın, kızlarımızın, gençlerimizin hatıralarını niye yaşatmadınız? Haklarını niçin aramadınız? ABD’nin ne ekeceğimize bile karıştığını, istediğini yapmazsak tarlalarımızı Napalm bombalarıyla vurmakla bizi tehdit ettiğini niye gençlerimize, öğrencilerimize anlatmadınız?
Niçin acılarımıza, yaralarımıza, hatıralarımıza hürmet göstermediniz?
Eğer bunları anlatmış olsaydınız, Bill Gates topraklarımızda elini kolunu sallayarak gezebilir miydi? Tohumumuzla, toprağımızla, gıdamızla, hayvancılığımızla böyle rahat oynayabilir miydi? Halkımıza “yapay et” yedirmeyi düşünür müydük? İstanbul Sözleşmesi gibi sözleşmeleri bize dayatmaları mümkün olur muydu? ABD’den fonlanan feminist yapılar “kadın hakları” kılıfıyla bu ülkede bu kadar kolay propaganda yapabilir miydi? Ekonomik ve silahlı terör coğrafyamızda kol gezebilir miydi?
Kendisine “muhalefet” diyen ama ABD’ye gıkı çıkmayan muhalefete ne demeli? Amerikan vakıflarından beslenip, kendilerine “muhalif” diyen gazetecilere, akademisyenlere ne demeli? Onlar ABD’nin muhalefeti; Amerika neye muhalefet edilmesini istiyorsa ona muhalefet ediyorlar. İşleri Amerikan sömürgeciliğinin kültürel ve siyasi taşıyıcılığını yapmak. Küresel staatükonun koruyuculuğunu yapmak. Asıl muhafazakarlık onların yaptığıdır. Muhalefetmiş gibi görünen yardakçılıktan başka bir şey değildir yaptıkları.
Bu dünyada en utanç verici şey ABD’nin ağzıyla konuşmak, ABD’nin çıkarlarına hizmet etmektir. Bunların çoğu açıktan Amerikancılık yapmazlar, yapamazlar. Yöntemleri, ABD’den daha büyük düşmanlar göstermektir halkımıza.
Muhalefetin de iktidarın da görevi hakkın ve haklının yanında olmak, küresel istikbara karşı dik durmaktır. ABD’ye karşı durmayan hiç bir iktidar gerçek bir iktidar iradesine sahip değildir. ABD’yi hedeflemeyen hiç bir muhalefet gerçek bir muhalefet değildir.
Onur ve izzet ancak Büyük Şeytan’a ve onun kurduğu kültürel, ekonomik ve siyasi düzene karşı direnenlerin olacaktır. Bu uğurda el birliği eden herkes ve her kesim saygıdeğerdir.(İslami Analiz)
[1] Behramoğlu, N. (1973). Türkiye Amerikan İlişkileri Demokrat Parti Dönemi, Yar Yay., İstanbul.
[2] Yazım ve imla yanlışları kitabın orjinalinde mevcut olduğu için aynı bırakılmıştır.