Türk-Amerikan ilişkilerinde son dönemde özellikle Biden yönetiminin Kongre’ye F-16 mektubuyla birlikte bir yumuşama havası gözleniyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini desteklemeyeceklerini açıklaması, ilişkilerde yeni bir kriz endişesi yarattı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise önemli temaslar için New York’ta. Bu temasların başında Amerika Dışişleri Bakanı Antony Blinken’la görüşmesi var. VOA Türkçe, Türk-Amerikan ilişkilerindeki son durumu ve Çavuşoğlu’nun ziyaretinden beklentileri uzmanlarla değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, teröre destek vermekle suçladığı İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini desteklemeyeceklerini açıklaması, müttefikler arasında şaşkınlık yarattı. Türkiye ile ABD ve Batı arasındaki ilişkilerde kara bulutların dağılmaya başladığı yorumları yapılan bir dönemde Erdoğan’ın sözleri, ilişkilere nasıl yansıyacak? Başkent Washington’daki düşünce kuruluşu Amerikan İlerleme Merkezi’nin Ulusal Güvenlik ve Uluslararası Politika Direktörü Max Hoffman, Erdoğan’ın kamuoyu önünde böyle bir çıkış yapmasını, ilişkiler için kötü bir işaret olarak yorumladı.
“Erdoğan’ın kamuoyu önünde bunu söylemesi çok kötü bir işaret”
“Sanırım bazı gözlemciler Türkiye’nin ve belki Macaristan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine engel koyabileceğini bekliyordu ve genel hissiyat bunun kapalı kapılar ardında yapılacağı ve bu ülkelere çok önemsedikleri hususlarla ilgili bazı güvencelerin verilmesiyle bir anlaşmaya varılacağı yönündeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kaygılarını kamuoyu önünde dile getirmesi bence çok kötü bir işaret. Ya iç siyasi amaçlarla kamuoyu önünde bir tartışma yaşanmasını istiyor ya da kendisine yeteri kadar danışılmadığını düşünüyor. Başkan Joe Biden’dan görmeyi bir süredir arzu ettiği, başkanlar düzeyinde bir ilgi istiyor veya İsveç’te yerleşik PYD’yle, Gülen Hareketi’yle bağlantılı kişiler gibi konularda çok ciddi tavizler koparma peşinde. Bu, çok ciddi bir engel oluşturur çünkü bu kişileri İsveç’te belirli suçlara bağlayacak kanıtlar bulmak ve Erdoğan’ı yatıştıracak adımlar atmak için ortada çok yüksek bir eşik olacak. Ya da en çarpıcı olasılık, Erdoğan’ın şu an Kongre’de konuşulan F-16 satışı gibi konularda ya da Amerikan politikasında büyük değişime gidilmesi gibi önemli bir taviz ya da ödül istiyor olması, ki bunun da yerine getirilmesi çok zor.”
“NATO çıkışı olası F-16 satışı sürecine zarar verebilir”
Biden yönetiminin NATO müttefiki Türkiye ile F-16 savaş uçakları için donanım ve yazılım güncellemelerini de içeren küçük kapsamlı bir silah anlaşmasının onaylanması amacıyla Kongre’ye gayriresmi yoldan bilgi verdiği haberleri geçen hafta basında yer almıştı.
Kongre’nin bu satışa vereceği tepkinin, Türkiye’ye daha geniş kapsamlı F-16 satışına nasıl bakacağının ipuçlarını vereceği yorumları yapılmıştı. Türkiye uzmanı Hoffman’a göre, Erdoğan’ın son NATO çıkışı bu sürece de ciddi zarar verebilir.
“Eğer Erdoğan, NATO açıklamasının F-16 satışının garantiye alınmasına katkı sağlayacağını düşünüyorsa bu çok kötü bir hesap hatası. Türk-Amerikan ilişkilerinde son 6 ayda önce Afganistan’da işbirliği, sonra Ukrayna’yla ilgili atılan adımlar ve NATO dayanışması bağlamında oluşan olumlu atmosferi ve sağlanan ilerlemeleri gerçek anlamda baltalayacak. Erdoğan’ın kamuoyu önünde ortaya koyduğu bu tavrın arkasında durmaya devam edip etmeyeceğini kesin olarak bilmiyoruz. NATO üyeliği meselesini koz olarak kullanmada ne kadar ciddi olduğu, ne talep ettiği, geri adım atmayacağı gibi konuları görmek için biraz daha zamana ihtiyaç var. Ancak Erdoğan’ın bu adımı, Rusya’nın saldırganlığı ve bu tehdide karşı Avrupa’yı güvenli kılmanın diğer tüm konulara ağır bastığı Kongre’de büyük bir öfke toplayacak. Bu, Türkiye ve NATO ittifakına önemli riskler getirecek, ciddi manada büyük etkiler yaratacak bir hamle.”
“Türkiye bu savında haklı”
Atlantik Konseyi Türkiye Programı Direktörü Defne Arslan ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışı ilk başta herkes için sürpriz olsa da aslında Türkiye’nin bu savında haklı olduğu görüşünde. Arslan Ukrayna krizi boyunca Başkan Biden’ın bir kere bile Erdoğan’ı aramadığına dikkat çekerken, bu süreçte NATO’nun ikinci büyük gücü ve stratejik ortağı olma konumuna uygun düşen düzeyde değerin Türkiye’ye gösterilmediğini savundu.
“Hep Batı kendisi açısından gördü ve Türkiye’yle ilgili aslında ne bir Batı medyasında ne de Washington’da Türkiye’den hiç bahsedilmiyordu. Bu benim de çok dikkatimi çeken bir konuydu açıkçası, hatta think tank (düşünce kuruluşları) toplantılarında, Washington çevrelerinde birçok ülke konuşuluyor ve Türkiye’den bahseden yok. Halbuki Türkiye NATO’nun ikinci büyük gücü bölgede ve de Rusya’nın komşusu, Polonya’yla ve Rusya’yla yakın ilişkileri olan bir ülke. Ukrayna’yla yakın ilişkileri olan bir ülke. Dolayısıyla bölgedeki büyük oyuncu. Buna rağmen Türkiye’nin bu krizin dışında tutuluyormuş gibi, yani aslında NATO’nun bir parçası bile değil şeklinde bir algıyla başından beri hareket edildiği için, Türkiye’nin bu konuda açıkçası biraz üzüldüğünü düşünüyorum.”
Bu konuda mutlaka bir ortak görüşe varılacağını ve Türkiye’nin NATO ülkesi olarak sorumluluğunu yerine getireceğine inandığını ifade eden Arslan, diğer yandan Türkiye’yle ilişkilere de “çantada keklik” muamelesi yapılmaması gerektiğini, geçmişte bunun yapıldığını ve bazı sıkıntılara neden olduğunu kaydetti.
“Türkiye hakikaten NATO’nun ikinci büyük gücü ve hem AB hem Amerika’nın stratejik ortağıysa, o zaman ona göre davranılması gereken bir durum var. Fakat bu böyle olmadı. Dolayısıyla Türkiye de bu konuları doğal olarak masaya getirmek istiyor. Bunu belki bu şekilde sesli ve tepkisel dile getirmek Batı normlarında biraz reaksiyonla ve şaşkınlıkla karşılanmış olabilir ama öte yandan aslında Türkiye bu kozunda bence haklıdır ve masaya getirmekle doğru bir şey yapmıştır.”
“Türkiye’nin askeri filolarını yenilemesi Amerika’nın stratejik yararına”
Arslan, Ukrayna krizinde oynadığı rolle beraber Türkiye’yle ilişkilerde hızlı bir ivmenin yakalandığını söyledi ancak ilişkilerde 2016’da başlayan erozyonun Türkiye’nin stratejik öneminin yeteri kadar kavranmasına zarar verdiğini kaydetti.
“Türkiye’nin stratejik önemi tabi ki biliniyor fakat yine de yeterince bilinmiyor bence. O da şundan kaynaklanıyor, 2016’dan başlayan bir erozyon var ilişkilerde ve bu ivme kazanarak devam etti yani kötüleşti. Birçok krizler atlattı Türkiye-Amerika ilişkileri. Bunun bir anda düzelmesini beklemek imkansız. Hala masada olan konular var, S-400 konusu, PYD/YPG konusu ve diğer konular. Bunlarla ilgili tabi ki yol alınacak ve zaten bundandır ki Biden F-16 konusunda Kongre’ye mektup gönderdi. Çünkü Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük gücünün askeri filolarını yenilemesi Amerika’nın stratejik yararınadır.”
Arslan, Türkiye’ye olası F-16 satışının ilişkilerde çok önemli bir dönüm noktası olacağını ancak tersi durumun da çok ciddi sorunlar yaratacağını belirtti. Arslan, Kongre’de Türkiye’ye karşı olumsuz hava hala hakim olsa da bu süreçte Ankara’yla ilgili olumlu görüşlerin de çıkabileceğini düşündüğünü ifade etti.
Stratejik Mekanizma ilişkilere nasıl katkı sağlar?
Türk-Amerikan ilişkilerinde son dönemde atılan önemli adımlardan biri de Stratejik Mekanizma’nın oluşturulmasıydı. Çavuşoğlu’nun New York ziyareti sırasında bu mekanizmanın toplantısı da yapılacak. Defne Arslan’a göre, mekanizmanın oluşturulmasının arkasında yatan unsur, ilişkileri kilitleyen sorunlara takılmak yerine işbirliği yapılabilecek alanlar konusunda görüş alışverişinde bulunma niyeti.
“Özellikle ticareti geliştirmek tabi ki ana hedeflerden birisi. Enerji konularında işbirliği, özellikle yenilenebilir enerji konularında çok ciddi işbirlikleri olabilir. Daha fazla Amerikan yatırımını Türkiye’ye çekme fırsatları olabilir. Tabi bu tür şeyleri sağlamak birçok şeye bağlıdır. Ben Amerika’nın Türkiye’deki misyonunda da bu konuda çok ciddi bir niyet görüyorum. Büyükelçi Jeff Flake ve ekibi de bu konuda bildiğim kadarıyla çok ciddi çalışmalar yürütüyor.”
“İlişkilerde ‘sil baştan’ yapmak için koşullar uygun değil”
Amerikan İlerleme Merkezi’nden Max Hoffman ise, stratejik mekanizmanın çok büyük bir etki yaratmayacağı görüşünde
“Buradaki düşünce şu; ‘Tamam, bazı konularda aynı görüşte değiliz, anlaştığımız konular da var. Konuşmak için bir mekanizma oluşturalım, bu konuları ele alalım. En azından konuşalım ki belki bir tür anlayışa varırız, bazı ayrılıkları açıklığa kavuşturmaya yardım edebilir ve bazı hususlar üzerinde koşullar değiştiğinde daha fazla işbirliği yapabiliriz.’ Yani bence amaç diyaloğu sürdürmek. Amerikan tarafından çok büyük beklentiler olduğunu düşünmüyorum. Türkiye bunun daha büyük kapsamlı neticeler vereceğini umdu ve bu makul bir düşünce. Bu temaslar devam etmeli, ABD ve Türkiye birlikte çalışabilecekleri alanların arayışı içerisine girmeli. Ama bana göre, her iki taraftaki siyasi koşullar, ilişkilerde anlamlı bir ‘sil baştan’ sürecini hayata geçirmek için uygun değil. Esas büyük soru, 2023 seçimlerine uzanan süreç, bu sürecin nasıl idare edileceği, özgür ve adil olup olmayacağı ve elbette kimin kazanacağı.”