Geçen hafta Amerika adalet bakanlığı yayımladığı bildiride FBİ’ın İran İslam Cumhuriyeti’nin Amerika topraklarındaki bir aktivisti kaçırma planını etkisizleştirdiği iddiasında bulundu. New York’un Güney Bölgesi Amerikan savcısı Audrey Strauss yayımladığı bildiride ise şu açıklamalara yer verdi: ” Görünüşte İran hükümeti Amerika’daki unsurlarına belli bir ismi kaçırmayı ve onu İran’a iade etmesi, bu adam kaçırma planını tasarlaması ve Amerika topraklarında casusluk yapması talimatını vermiştir. Böylece bu ismin akıbeti de belirsiz olacaktı. “
Bu durum ve iddialar Amerika’nın İran’a karşı hasmane politikaları anlamında yeni bir gelişme olmasa da bir kaç paralel gelişme ile eş zamanlı olduğu için düşündürücü bir gelişme sayılmaktadır.
Bu bağlamda İran İslam Cumhuriyeti dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif Cuma günü Amerika’nın İran’a yönelttiği bu yeni ithamı hususunda şöyle bir Tweet attı: ” Diğerlerine ithamlar savurmadan önce kendi durumunuza bakın. “
Muhammed Cevad Zarif Amerikalı piyonların Haiti cumhurbaşkanına yapılan suikastte rol oynadıklarına ve Venezuela cumhurbaşkanına yönelik suikastte de paylarının olduğunu belirterek şöyle bir hatırlatmada da bulundu: ” Amerika’ya bağlı silahlı kişiler Venezeula ve Haiti liderlerine suikast düzenlemek için Amerika topraklarında planlar yapıyorlar. Halbuki Amerika hükümeti aktif bir şekilde diğerlerini adam kaçırmak ile suçlayarak çocuksu ve komik bir şekilde kendi suç ilişkilerini örtbas etmeye çalışıyor.
Burada kesin olan husus, Amerika tarihin terör, adam kaçırma, sabotaj girişimi ile dolu olmasıdır. Buna rağmen İran’a karşı yaratmaya çalışılan algı operasyonuna dayalı ortam, Amerika’nın maksimum baskı siyasetinin devamı olarak değerlendirilebilir.
Gerçekte İran İslam Cumhuriyeti Amerika’nın BERCAM nükleer anlaşması müzakereleri çerçevesindeki aşırı taleplerine karşı direnmeye çalışmıştır. Bu durum ise Washington için maliyetleri arttırmış ve süreci zorlaştırmıştır. Bu yüzdendir ki Amerika diğer seçeneklere baş vurarak sahte ithamlar ve senaryolar kurma ve ileri sürme sureti ile aklısıra İran’ı zor ve çıkmaz durumda bırakmak istiyor.
Amerika Viyana müzakereleri sürecinde de İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlamak istediğini ve BERCAM taahhütlerine karşı aldırmazlığı sürdürmek istediğini gösterdi. Amerika’nın stratejik bir başka hedefi de BERCAM dışı talepler dahilinde eski hedefleri izlemek ve Amerika’nın nükleer meseleler dışındaki çıkarlarını korumaktır. Ancak böyle bir siyaset İran tarafından tamamen reddilmekte ve kabul edilemez bir durumdadır.
Amerika hükümeti makamları ise yıllar boyunca İran’a baskı siyasetleirne paralel olarak taviz verdirme politikasının da devamına vurgu yapmışlardır.
Başka bir ifade ile Amerika’nın BERCAM nükleer anlaşmasından ayrılmasından beri Washington’un tavırlarının hiç de iyiye gitmediğini söylemek gerekir. Gerçekte Amerika hükümetinin Bercam Nükleer Anlaşmasından çıkmasından beri Amerika’nın eskideki siyasetlerinden hiçbiri düzeltilmemiş ve sırf kısıtlamalar eklenmiştir.
Biden hükümeti de Bercam nükleer anlaşmasının canlandırılması iddiasında bulunsa da Trump hükümetinin yenilgiye uğramış eski siyasetlerini devam ettirmektedir ve Viyana müzakere sürecinde de aynı siyasetin üzerine ısrarcı olduğunu göstermiştir. Bu durum müzakerelerin sonuca ulaşmasını da engellemiştir.
Bir diğer yandan ise bu hareketlenmelere paralel olarak Münafıklar Terör Örgütü de kimi Amerikalı senatörler ve makamların da katıldığı toplantı düzenlemiştir. Bu gelişme planlı bir sürecin başladığını ve amacın da İran İslam Cumhuriyeti’ne diz çöktürülmesi olduğunu gösteriyor.