Bir Avrupa düşünce kuruluşu, İran ve ABD arasında olası görüşmeleri ele alarak, Donald Trump ile müzakere etmenin İran için zorlayıcı 5 nedenini sıralıyor.
Avrupa düşünce kuruluşu “Orta Doğu Ekonomik Politik Araştırmalar Enstitüsü”, İran ile Batılı ülkeler arasındaki müzakerelerin önündeki engelleri konu alan bir rapor yayınladı ve şu ifadeyi kullandı: “Joe Biden’ın ABD’de hala iktidarda olduğu ve Başkanlık yemin töreninin yaklaştığı gerçeğine rağmen, Donald Trump erken bir mesajla Tahran’a, İran ile kapsamlı bir müzakere sürecine katılma niyetini belirtti. Trump, bu mesajda, 2015’teki nükleer anlaşmadan farklı bir anlaşma yapma umudu taşıdığını ve Washington’un böyle bir anlaşmayı kararlılıkla hayata geçirme konusunda istekli olduğunu dile getirdi. Bu mesaj, Trump’ın, İran ile ABD arasındaki yeni bir anlaşma olasılığı hakkında birçok farklı yoruma yol açtı ve bu konuda ciddi tartışmalar başladı.”
Müzakerelerin önündeki engellerin çoğu, Trump’ın kişisel ve siyasi özelliklerinden ve İran ile ABD arasındaki karşıt çıkarlarından kaynaklanıyor. Pek çok siyasi analist, Trump’ın İran’a karşı daha uzlaşmacı bir politika benimsemesi durumunda bir anlaşmanın mümkün olabileceğini savunuyor. Bir “win-win” anlaşması, kesinlikle her iki taraf için de arzulanan bir sonuç olacaktır, çünkü her iki ülkenin çıkarlarını ve ideallerini göz önünde bulundurur. Ancak böyle bir senaryonun gerçekleştirilmesi, bazı önemli engellerle karşı karşıya. Bu engellerin çoğu, Trump’ın kişisel ve siyasi özelliklerinden ve taraflar arasındaki karşıt çıkarlarından kaynaklanıyor. Bu durum, birçok uzman için zorlu bir ortam yaratıyor ve bir anlaşmanın hızlı ve tatmin edici bir şekilde yapılmasını zorlaştırıyor. Bu zorluklar, genel olarak beş ana başlık altında toplanabilir:
Trump’ın Diplomasi Prensipleri ve Temelleri
Trump’ın uluslararası meselelere yaklaşımı ekonomik bir bakış açısıyla şekillenmiştir ve diplomatik eylemleri sıfır toplamlı oyun ve kazanan-kaybeden bir duruma dayanıyor gibi görünmektedir. Birçok uzmana göre, Trump’ın uluslararası meselelere yaklaşımı, ekonomik bir bakış açısı altında şekilleniyor ve diplomatik eylemleri genellikle sıfır toplamlı oyun ve kazanan-kaybeden bir durum olarak görülüyor. Bu yaklaşım, Trump’ın dış politikasının temel taşlarından biri olan “Önce Amerika” ilkesine uyumludur ve onu, ABD’nin uluslararası anlaşmalarını ve işbirliklerini bir tür pazarlık aracı olarak görmeye sevk etmiştir. Başkanlık döneminde, Trump, Washington’a maliyet yükleyen NATO’yu defalarca “mantıksız” ve “gereksiz” olarak nitelendirip, dağıtılmasını istemişti. Son olarak, Kanada’nın ABD’ye katılmasını maliyet tasarrufu ve güvenlik gerekçeleriyle önermiş ve bu ülkeye %25 gümrük vergisi uygulanmasını talep etmiştir.
Trump’ın diplomasiye yaklaşımı, genellikle önceden belirlenmiş taleplerle tanımlanır ve müzakere süreciyle uyum içinde çok az esneklik gösterir. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Çin gibi ülkelerle yaptığı diplomatik deneyimler, onun “sopa ve havuç” stratejisini kullanma eğiliminde olduğunu ve bu stratejinin tehdit ile taviz verme temellerine dayandığını göstermektedir. Trump’ın müzakere prensipleri, pek çok uzmanın “deli adam teorisi” olarak adlandırdığı bir yaklaşımı içeriyor ve bu, iki temel aşamadan oluşuyor: İlk aşamada, müzakere ekibi istenilen talepleri sunar; bu talepler genellikle değiştirilemez ve uzlaşmazdır. Eğer karşı taraf kabul ederse, Trump bu diplomatik stratejiyi başarılı kabul eder ve devam eder. Ancak karşı taraf talepleri kabul etmezse, ikinci aşamaya geçer ve tüm cezai önlemleri devreye sokar. Trump yönetiminin, İran ile yapılacak müzakerelerde bu prensipten sapması beklenmemektedir. Bölgedeki son gelişmeler ve İran’ın karşılaştığı ekonomik zorluklar, Trump’ı böyle bir yaklaşımı benimsemeye daha da teşvik edebilir.
Trump Yönetiminin Dış Politika Hedefleri ve İran’ın Tutumu
Wendy Sherman, Trump yönetiminin müzakerelerinin, İran’ın nükleer programının yanı sıra, bölgesel meseleleri de kapsayacağını belirtmiştir. Trump yönetiminin talepleri, eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun 2018’de Washington DC’deki Heritage Vakfı’nda yaptığı konuşmasında açıkladığı 12 koşul ile anlaşılabilir. Trump yönetiminin bu açıklamada belirttiği öne çıkan talepler arasında, İran’ın uranyum zenginleştirmeyi tamamen durdurması, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın İran’ın nükleer faaliyetleri üzerinde tam denetim sağlaması, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve Filistin’deki Şii hareketlerini desteklememesi ve İran’ın balistik füze faaliyetlerini durdurması yer almaktadır. Wendy Sherman’in, Barack Obama yönetiminin üst düzey diplomatlarından biri olarak yaptığı açıklamalar, Trump’ın Tahran ile yapacağı görüşmelerde bu üç talebi tekrar edeceğini öngörmektedir. Ancak bu taleplerin, İran için ulusal güvenlik açısından kırmızı çizgiler olduğu ve Tahran’ın bu meselelerde müzakere etmeye pek istekli olmadığı görülmektedir.
Trump Yönetiminin Kabinesi
Trump’ın kabine seçimleri, “azami baskı” politikasını sürdürme niyetinde olduğunu açıkça göstermektedir. Trump’ın kabinesi ve atamaları, ABD’nin İran’a karşı “azami baskı” politikasını devam ettireceğini göstermektedir. Trump’ın kabinesinde yer alan kişiler, İsrail’e güçlü bir destek verdikleri ve özellikle İran’a karşı sert bir tutum sergiledikleriyle biliniyorlar. Örneğin, Mike Huckabee’nin İsrail’e ABD büyükelçisi olarak atanması, Marco Rubio’nun Dışişleri Bakanı olarak atanması, JD Vance’nin Başkan Yardımcısı olması ve Mike Waltz’in Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atanması, Netanyahu’nun Trump’ın geri dönüşünü “tarihin en büyük geri dönüşü” olarak tanımlamasına yol açtı. Bu atamalar, Trump yönetiminin İran ile yapılacak müzakerelerde “zorlayıcı diplomasi”yi seçme olasılığını artırmaktadır.
İsrail Yönetimi
İsrailli yetkililer, Trump’ın İran’la müzakereler yerine savaşa yönelmesini sağlamak için çaba göstereceklerdir. İran ile ABD arasındaki müzakereleri etkileyebilecek ve bu müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olabilecek önemli faktörlerden biri, özellikle Netanyahu ve onun kabinesindeki bazı aşırı sağcı üyeler, İran’ın en kararlı düşmanlarıdır. 2015 yılında İran’ın nükleer programını sınırlamak için yapılan anlaşmanın ardından Netanyahu, bu anlaşmanın “tarihi bir hata” olduğunu söylemişti çünkü İran’ın nükleer hırslarını sınırlamadığını savunuyordu. Şimdi ise, İran’ın nükleer, balistik füze ve insansız hava aracı programlarında büyük bir ilerleme kaydetmesiyle birlikte, Tel Aviv, bu gelişmeleri, özellikle nükleer ilerlemeyi, varlıklarını tehdit eden bir unsur olarak görmekte. Bu nedenle, İsrailli politikacılar ve askeri yetkililer, özellikle Netanyahu, İran’ın bu yolundan dönebilmesi için yalnızca güçlü bir askeri saldırının yeterli olacağına inanıyor ve İran ile yapılacak müzakerelerin yeterli olmayacağı kanaatindeler.
İran’ın Nükleer Gelişmeleri
Uranyum zenginleştirmenin artırılması, İran için bir koz olarak kabul edilebilir ve Tahran, bunu müzakere edilemez olarak görmektedir. İran’ın ekonomik ve bölgesel zorlukları, bazı gözlemcilere göre İran’ı ABD ile yeni bir anlaşma yapmaya iten başlıca motivasyon olabilir, ancak İran’ın uranyum zenginleştirme alanındaki ilerlemeleri, bu ülkeyi geri dönülmez bir noktaya taşımıştır. Uranyum zenginleştirme seviyesinin artması, İran’ın en az iki hafta içinde nükleer silah yapabilecek kapasiteye ulaşması anlamına geliyor ve bu, Tahran için müzakere edilemez bir konu haline gelmiştir. 2015’teki JCPOA anlaşması gerçekleştirilmeden önce İran’ın nükleer programı daha başlangıç aşamalarındaydı, ancak şimdi bu program, İran’ın stratejik seçimlerinde özel bir yere sahiptir.
Amerika Gözlemi