Bu saldırılar sadece Amerika için değil, tüm dünya için yüzyılın en travmatik olaylarından biri oldu.
Hedef Neydi?
ABD’nin doğu kıyısında uçmakta olan dört uçak, birbiriyle bağlantılı kişilerden oluşan küçük bir ekip tarafından aynı anda kaçırıldı.
Daha sonra saldırganlar bu uçakları New York ve Washington’ın simgeleşmiş binalarına çarpmak için güdümlü füze gibi kullandılar.
Uçaklardan ikisi New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin binaları olan İkiz Kuleler’e çarptı.
İlk uçak yerel saatle 08.46’da Kuzey Kulesi’ne, ikincisi de 09.03’te Güney Kulesi’ne çarptı.
Binaların yanmaya başlamasıyla, üst katlarda çalışan insanlar mahsur kaldı;. Şehrin üstü kalın bir duman tabakasıyla kaplandı.
İki saatten az bir sürede 110 katlı iki gökdelen büyük bir toz bulutu yaratarak çöktü.
09.37’de üçüncü uçak, başkent Washington DC yakınlarındaki ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) binasının batı kısmına çarptı.
Dördüncü uçak ise yolcuların müdahalesiyle 10.03’te Pennsylvania’da açık bir alana düştü.
Müdahale olmasaydı uçak korsanlarının başkentteki Kongre binasını hedeflediği tahmin ediliyordu.
Kaç Kişi Öldü?
Saldırılarda, (19 uçak korsanı dışında) toplam 2977 kişi hayatını kaybetti. Bunların çoğu New York’taydı.
Kaçırılan dört uçakta bulunan 246 yolcu ve mürettebatın tümü hayatını kaybetti.
İkiz Kuleler’de 2606 kişi çarpma anında veya daha sonra yaralarından dolayı yaşamını yitirdi.
Pentagon’da 125 kişi öldü.
Ölenlerin en küçüğü, annesi Sue ve babası Peter ile uçakta yolcu olan iki yaşındaki Christine Lee Hanson idi.
En yaşlı kurban ise eşi Jacqueline ile düğüne gitmek için başka bir uçakta bulunan Robert Norton oldu.
Uçaklardan ilki çarptığında İkiz Kuleler’de tahminen 17 bin 400 kişi vardı. Kuzey Kulesi’nde uçağın çarptığı bölge ve üzerindeki katlarda kimse sağ kalmamış, ama Güney Kulesi’nde çarpma bölgesinin üzerindeki katlardan 18 kişi kurtulmayı başarmıştı.
77 farklı ülkenin vatandaşları ölen ve yaralananlar arasındaydı. New York City acil müdahale ekiplerinden 441 kişi hayatını kaybetti.
Binlerce kişi saldırıda yaralanmış veya toksik enkazda çalışmak zorunda kalan itfaiyeciler gibi, saldırıyla bağlantılı hastalıkları ortaya çıkmıştı.
Saldırganlar Kimdi?
Saldırıları, Afganistan merkezli El Kaide örgütü üstlendi.
Usame bin Ladin’in liderliğinde ettiği El Kaide, Müslüman ülkelerdeki savaş ve çatışmalardan ABD’yi ve müttefiklerini sorumlu tutuyordu.
Saldırılarda toplam 19 kişi yer aldı. Bunlar uçaklara beşer kişilik üç grup halinde yolcu olarak binmişti. Pennsylvania’da yere çakılan uçakta ise dört kişilik bir ekip vardı.
Grupların hepsinde pilot eğitimi almış birer kişi bulunuyordu. ABD’deki uçuş okullarında bu eğitimleri almışlardı.
Saldırganlardan 15’i Bin Ladin gibi Suudi Arabistanlı, ikisi Birleşik Arap Emirlikleri, biri Mısır, biri de Lübnan vatandaşıydı.
El Kaide lideri Usame bin Ladin, 2011’de Pakistan’ın Abbotabad kentinde ailesi ile birlikte gizlendiği eve ABD özel timleri tarafından düzenlenen gizli bir operasyonla öldürüldü.
ABD Saldırılara Nasıl Karşılık Verdi?
Saldırıların üzerinden bir ay bile geçmeden dönemin Başkanı George W. Bush önderliğinde ve koalisyon güçlerinin desteğiyle Afganistan işgal edildi. El Kaide’nin ortadan kaldırılması ve örgütün kurucusu Usame Bin Ladin’in yakalanması hedefleniyordu.
Fakat ABD askerleri ancak 2011’de Bin Ladin’in Afganistan’a komşu Pakistan’da olduğunu tespit etti.
11 Eylül saldırılarının planlayıcısı olduğu iddia edilen Halid Şeyh Muhammed ise 2003’te Pakistan’da yakalandı. Muhammed o tarihten beri ABD’nin Küba’daki Guantanamo üssünde tutuklu bulunuyor ve hala yargılanmayı bekliyor.
El Kaide hala varlıık gösteriyor. Afrika’da Sahra Çölü’nün güneyinde en güçlü konumda olan örgütün Afganistan’da da hala üyeleri var.
ABD askerleri 20 yılın ardından geçen ay sonunda Afganistan’dan çekilmesini tamamladı. Bazıları bunun El Kaide’nin yeniden güç kazanmasına neden olacağından endişe duyuyor.
11 Eylül’ün Mirası
11 Eylül 2001 saldırılarının ardından dünyanın her tarafında uçuş kontrolleri sıkılaştırıldı.
ABD’de havaalanları ve uçaklarda güvenliği sağlamak üzere ayrı bir Ulaşım Güvenlik Dairesi kuruldu.
İkiz Kuleler’in bulunduğu ve “Sıfır Noktası” adı verilen bölgede enkazın temizlenmesi sekiz aydan fazla sürdü. Bugün o noktada bir anıt ve müze bulunuyor. Ayrıca farklı tasarımlı binalar da inşa edildi.
Dünya Ticaret Merkezi’nin binası bugün “Özgürlük Kulesi” adıyla ve 541 metre ile eski kulelerden daha uzun bir şekilde yükseliyor.
Pentagon’un tamiri ise neredeyse bir yılı bulmuş ve bakanlık personeli Ağustos 2002’de binada işlerine geri dönmüştü.
11 Eylül Etkileri
Tarihinde ilk defa ABD kendi evinde saldırıya uğruyordu. Herkes şok içindeydi. Kısa süre sonra bunun bir terör saldırısı olduğu anlaşıldı Saldırılarda 19’u El Kaide intihar bombacısı olmak üzere 3015 kişinin öldürüldüğü, 25 bin kişinin yaralandığı açıklandı.
El Kaide’nin bahse konu 11 Eylül saldırısı, ABD üzerinde büyük bir travma yaratmakla kalmadı, Amerikan tarihi bakımından bir dönüm noktası oldu.
Travma deyince, bunun Amerikalılar açısından ne anlama geldiğini iyi tarif etmek gerekir. Saldırı, yerkürenin en güvenli toprak parçası üzerinde yaşadığından emin olan sokaktaki Amerikalı için tahayyül dahi edilemeyecek bir olaydı. Bırakın Amerika’ya saldırmaya cüret etmeyi, kimse böyle bir şeyi aklından dahi geçiremezdi.
Saldırı, ABD dışındaki dünya ülkeleri için de korkunç ve kabul edilemez bir olaydı. Ancak, tahayyül edilemez nitelikte değildi. Zira, Orta Doğu başta olmak üzere, gerginlik yaşanan birçok coğrafyada her gün onlarca insanın hayatına mal olan saldırılar meydana geliyordu. Dolayısıyla, saldırı tepkiyle karşılanmasına rağmen ABD dışındaki hiçbir ülkede kalıcı bir travmaya sebep olmadı.
Aslında, 11 Eylül saldırısı faraza uzaylılar tarafından gerçekleştirilmiş olsaydı, Amerika dışındaki ülkeler, işte o zaman, Amerikan halkının hissettiğine benzer bir travma yaşayacaklardı. Zira, gençlik yıllarımızdan hatırladığımız “uzay yolu” gibi dizilerin yaratıcısı olan Amerikalılar için böyle bir saldırının uzaylılar tarafından gerçekleştirilmiş olmasını daha anlaşılır kılıyordu.
Kısacası, 11 Eylül’ün, Amerikan insanının psikolojisini bozduğunu söylemek yanlış olmaz. Neticede, Amerikalılar olmayacak bir işin peşine düştüler. Ne pahasına olursa olsun, ABD için “mutlak güvenlik” sağlanacaktı. Terör odakları ortadan kaldırılacak, terör destekçileri cezalandırılacaktı.
“Tarihin sonu” Olmadı Ama…
Bunun için, o tarihlerde El Kaide’ye ev sahipliği yaptığı ve lideri Usame Bin Laden’i barındırdığı bilinen Afganistan’a tarihteki en kapsamlı askeri saldırıyı düzenlediler. Hukuku ve yargı süreçlerini askıya aldılar. Terör ile mücadele gerekçesiyle, çağdaş medeniyetin temellerini oluşturan bütün normları ve değerleri pervasızca çiğnemekten çekinmediler.
Sovyetler Birliği yıkıldığında ve Soğuk Savaş bittiğinde, Japon asıllı Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama o meşhur makalesini kaleme aldı: “Tarihin Sonu”. Makalede, liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi ile dünya arasında duran son engelin de kalktığını savunuyordu.
Birçok insan ikna oldu.
Şimdilerde ise, kurallara dayalı, liberal dünya düzeninin sallantıda olduğunu görüyoruz. Dünya nüfusunun yarısından fazlası otokrat liderler ve demagoglar tarafından yönetiliyor. Dolayısıyla, şimdi geriye dönüp baktığımızda, Fukuyama’nın düşüncesi, tatlı ve naif görüntü arz etmekten öteye bir anlam ifade etmiyor.
Aynı şekilde, 11 Eylül saldırıları sonrasında yaşanan travmanın sebep olduğu korku yüzünden ABD’de uygulamaya konulan “mutlak güvenlik” temelli yönetim anlayışının da bir fanteziden öteye anlam ifade etmediği anlaşıldı.
Diğer bir ifadeyle, birtakım düşünürlerce, “Amerikan modern tarihinin başlangıcı” olarak tarif edilen 11 Eylül sonrası dönem aslında Amerika’nın değerleri ve gücüyle meşruiyet sağladığı küresel hegemonya tarihinin sonu oldu.
Biden İçeride ve Dışarıda Zemin Kaybetti
ABD’nin gücünü ve küresel sistemdeki ağırlığını sadece gerçekleştirdiği askeri müdahalelerin başarısızlığı ile ölçmek yanlış olur.
Nitekim, ABD, bugüne kadar, 19 değişik ülkede, toplam 41 kez askeri güç kullanmış ve bunlardan hemen hiçbirinde başarılı olamamıştır. Ancak, sonuçları ne olursa olsun, bizatihi bu harekatları gerçekleştirebilmesi dahi gücünün ürkütücü boyutları hakkında fikir vermeye yeter. Örneğin, Başkan Barack Obama, 2011 yılında Afganistan’dan çekilme kararını açıkladığında, Afganistan’da büyüklü küçüklü 800 ABD askeri tesisi vardı.
Bu arada, Afganistan’dan çekilmenin yönetilmesi konusunda sergilenen beceriksizlik sebebiyle Başkan Biden’a yöneltilen eleştirilere rağmen, çekilme kararının Amerikan halkının tam desteğine sahip olduğunu da unutmamak gerekir.
Dolayısıyla, bu noktada esas alınması gereken, ABD’nin fiili gücünü değil, geliştirdiği evrensel değerlere dayanan küresel anlamdaki moral üstünlüğünü muhafaza edip etmediği hususudur.
Afganistan’dan çekilme sürecini yönetmekte gösterdiği inanılmaz zafiyet, Amerika’nın dostları ve müttefikleri başta olmak üzere, dünya ülkeleri nezdindeki moral üstünlüğünün ciddi yara almasına yol açtı. Joe Biden Yönetimi ülke içinde de zemin kaybetti. Bunun, Demokratlar bakımından maliyetinin ne boyutta olduğunu, önümüzdeki yıl yapılacak Kongre ara seçimlerinde göreceğiz.
Küresel dünya düzenini, evrensel değerler, özgürlükler ve adalet temelinde yeniden kurgulama vaadiyle iktidara gelen Başkan Biden’a duyulan güven büyük ölçüde azaldı. Ayrıca, Biden’ın iktidara gelmesiyle transatlantik ilişkilerde; Avrupa ile sağlanan olumlu gelişmeler de kesintiye uğradı.
ABD’ye Daha Az Bağımlı Bir Batı ve Türkiye
Özellikle, Afganistan’dan çekilme konusunda yaşanan bir dizi anlaşmazlık sonrasında, Avrupalı liderler, Biden hakkındaki beklentilerini gözden geçirmeye ve ABD’ye daha az bağımlı bir gelecek kurgulamaya başladı.
Çekilme kararının yarattığı tartışma bir yana, Avrupalı liderler, Amerikalı müttefiklerinin koordinasyon eksikliği yüzünden, esas itibariyle NATO görevi olan Afganistan’daki çekilme sırasında 36 ülkeden askerlerin tehlikeye atıldığı görüşündeler.
Bu arada, küresel planda ABD’ye karşı oluşan güvensizlik, Rusya, Çin ve İran’ı hasım olarak ilan ettiği bir dönemde, ABD’nin bu üç ülkeyi çevreleme hedefine ulaşmasını hayli güçleştirdiğini anlamak gerekiyor. Ayrıca, 11 Eylül saldırıları üzerine başlattığı Afganistan’a yönelik harekata birçok ülkeden destek sağlamak suretiyle oluşturduğu meşruiyeti tekrar tesis edebilmesi de artık çok zor.
Diğer taraftan, Afganistan fiyaskosu, Biden’ın iktidara gelmesiyle belli ölçülerde kendilerine çeki düzen vermeye başlamış olan popülist yöneticilere de yanlış bir mesaj oldu.
Küresel düzenin yeniden ve daha adil şekilde kurulması sürecini akamete uğratma potansiyeli taşıyan bütün bu gelişmelerin başlıca sorumlusu olarak ABD’yi eleştirelim. Ancak, kendi hatalarımızla yüzleşmemiz gerektiğinin de farkına varalım ve yapıcı anlayışla hareket edelim. Amerikalıların, kendilerini sorgulama ve yanlışlarından ders çıkarma erdemine sahip olduklarını unutmayalım.
Ayrıca, önümüzdeki belirsizliklerle dolu sürecin, müttefik ülkeler arasındaki dayanışma ve koordinasyona özen gösterilmediği takdirde, küresel bir kaosa evrilme riskini barındırdığını ve böyle bir sorunu hiçbir dünya ülkesinin tek başına yönetemeyeceği de belli oldu.
Kaynak: İsrail Post