Pazartesi, Kasım 25, 2024

Son Haberler

İlgili Yazılar

Aptallar ve bilgeler / Jacques Ranciere

Kongre binasına yapılan saldırıya tanıklık etmiş olmanın yanında, Trump destekçilerinin aşırı şiddete kapılma noktasında gerçekleri acımasızca inkar ettiğini görmek şaşırtıcı gelebilir. Bazıları onları sahte haberlerle aldatılmış saf ruhlar olarak görüyor. Ancak haberlerin ve açıklamaların ‘deşifre’ edildiği yorumların fazlasıyla bol olduğu bir dünyada yaşarken bu masala nasıl hala inanabiliriz? Doğrusu, insanlar apaçık olanı, aptal oldukları için değil, zeki/akıllı olduklarını göstermek için reddederler. Bu aklımızın yapısına kazılı bir çarpıklığın işaretidir.

Donald Trump’ın aptallıklarıyla dalga geçmek ve fanatiklerinin şiddeti hakkında öfkeyle konuşmak kolaydır. Ancak en saf akılsızlığın; seçim sürecinin kalbinde, temsili bir sistemde dönüşümün yönetilmesi için en iyi şekilde kurulmuş olan bir ülkede salınmış olması, bu akılsızlıkla paylaştığımız dünya hakkında bazı sorular ortaya koyuyor: Rasyonel düşünce ve barışçıl demokrasinin olduğunu düşündüğümüz bir dünya. Ve ilk soru elbette şudur: İnsanlar en iyi şekilde kanıtlanmış olguları tanımayı nasıl reddedebilirler ve bu reddetme durumu nasıl bu kadar yaygın bir şekilde paylaşılabilir ve desteklenebilir?

Bazı insanlar hala eski bir yaşam çizgisine tutunmuş vaziyette: Olguları kabullenmek istemeyenler, bu insanlar tarafından, yanlış bilgilendirilmiş kara cahiller veya sahte haberlerle aldatılmış-kolay aldatılabilir ruhlar olarak görülüyor. Bu, düşünceleri kabul gören ancak olgular ve bu olguları eleştirel bir zihinle eleştirme konusunda kendilerini bilgilendirmeyi öğrenmesi gereken basit fikirli insanların klasik idilidir. Ancak nasıl olur da bilgiyi ‘deşifre’ eden bilgilendirme araçlarının, bilgi doğrulama araçlarının ve (açıklama amaçlı) yorumların herkes için fazlasıyla ulaşılabilir olduğu bir dünyada yaşarken hala bu popüler saflığın masalına inanırız?

O halde argüman tersine çevrilmeli: Eğer insanlar bariz olanı reddediyorlarsa, bu onlar salak olduğu için değildir, tam tersine bu onların zeki/akıllı olduklarını gösterme biçimidir. Ve zeka/akıl, bilindiği üzere, olgulara karşı temkinli olmaya ve her gün üzerimize salınan muazzam bilgi yığınının amacı hakkında sorular sormaya dayanır. Bu soruların, oldukça doğal olarak, cevabı; amacın insanları aldatmak olduğudur çünkü genelde, görünürde sunulan [şey] olguların sahte görünümünün altında gizlenmiş, keşfetmemiz gereken gerçeği örtmek için orada bulunur.

Bu cevabın sağlamlığı hem en bağnazı hem de en kuşkucu olanı tatmin etmesinden ileri gelir. Yeni aşırı sağın dikkat çeken özelliklerinden biri inkar ve komplo teorilerin tuttuğu yerdir. Bu teoriler, büyük uluslararası pedofili komplo teorisinde olduğu gibi, hayali veçhelere sahiptirler. Ancak bu hezeyan en nihayetinde toplumlarımızda genel olarak saygınlığa sahip rasyonalitenin bir türünün yalnızca aşırı bir biçimidir: Her bir belirli olguyu tümel bir bağlantıda konumlandırarak onu açıklayan ve onun eninde sonunda ilk başta görünenden çok farklı olduğunu gösteren ve bu yolla bu belirli olguları küresel düzenin bir sonucu olarak görmemizi talep eden bir biçim.

Bu her şeyi bağlantılar toplamı üzerinden açıklayan ilkenin aksi yönde çalıştığını da biliyoruz: Bir olguyu, o olguyu olası kılan bağlantının koşullar zincirinde bulunmaması üzerinden reddetmek her zaman olasıdır. Bildiğimiz gibi bunun bir örneği radikal Marksist entellektüellerin Nazi gaz odalarının varlığını katiyen reddetmesiydi, çünkü gaz odalarının varlığının zorunluluğunu kapitalist sistemin tümel mantığından çıkarsamak mümkün değildi. Ve yine bugün, bazı usta entellektüeller korona virüsünü hükümetlerimiz tarafından bizi daha iyi kontol edebilmek için icat edilen bir masal olarak gördüler.

Komplo ve inkar teorilerinin altında yatan mantık basit zihinlere ve hasta beyinlere has değildir. Bu teorilerin ekstrem biçimleri toplumlarımızdaki baskın rasyonalite biçimlerinin kalbinde ve bu teorilerin nasıl çalıştığını yorumlayan düşünce yollarında bulunan akılsızlığın ve batıl inancın payını gösterir. Her şeyi reddetmenin olanağı, kendilerini rasyonel evrenselliğin gardiyanları olarak gören ciddi zihinler tarafından sorgulanan bir tür ‘görelilik’ değildir. Bu, aklımızın yapısına kazılı bir çarpıklığın işaretidir.

İnsanların her şeyi reddetmek için düşünsel silahlara sahip olmasının yeterli olmadığı söylenebilir; bunu istemeleri de gereklidir. Bu kesinlikle doğrudur. Ancak inanmaya veya inanmamaya yol açan bu iradenin ve duygulanımın içeriğini sorgulamamız gerekir.

Trump’a oy veren yetmiş beş milyon seçmenin, onun konuşmaları ve yaydıkları yanlış bilgiler tarafından ikna olmuş zayıf zihinler olmaları pek mümkün değildir. Trump’ın doğru dediği şeyi kabul etmek anlamında ‘inanmıyorlar’. Duydukları şeyi duymaktan mutlu olmak anlamında ‘inanıyorlar’: Her dört-beş yıl içerisinde oy pusulasında yansıtabildikleri, ancak daha da basit olarak her gün basit bir hoşnutluk halinde yansıttıkları bir zevk bu. Ve yanlış bilginin/bilgilendirmenin işportacıları ne bu bilginin doğru olduğunu hayal eden naif insanlar ne de onun yanlış olduğunu bilen alaycı kimseler. Onlar basitçe bunu bu şekilde isteyen, bu bilgilerin (veya sözlerin) ördüğü bir duygu/duyarlılık topluluğunda görmek, düşünmek, hissetmek ve yaşamak isteyen insanlardır.

Bu topluluğu ve bu duygulanımı nasıl anlamalıyız? Burası diğer bir uyuşuk fikrin pusuda beklediği noktadır, popülizm fikrinin. Popülizm, iyi ve naif insanlar yerine, insanların dargınlıklarını somutlaştırmayı ve bunların sebebine dikkat çekmeyi bilen birini takip etmeye hazır, hakkı yenmiş, kıskanç insanları uyandırır.

Bize, Trump’ın, imkanları kıt olan beyaz toplulukların endişesinin ve öfkesinin temsilcisi olduğu söylendi: Ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin gerisinde kalan, sanayisizleşmeden dolayı işlerini ve yeni yaşam-kültür formlarından dolayı kimlik belirleyicilerini kaybeden, mesafeli siyasi elitler tarafından terk edilmiş, eğitimli elitler tarafından hor görülmüş hisseden toplulukların temsilcisi. Bu şarkı yeni değildir: Bu halihazırda 30’lu yıllardaki işsizliğin Nazizm’in açıklaması olarak sunulması ve ülkelerimizdeki aşırı sağın herhangi bir yükselme eğiliminin tekrar tekrar açıklanması içindi. Ancak nasıl olur da yetmiş beş milyon Trump seçmeninin tümünün bu kriz, işsizlik ve aşağılamadan dolayı mağdurlar profiline uyduğuna cidden inanırız? O halde entellektüel konforun ikinci yaşam çizgisini, bir grup insana ‘irrasyonel aktör’ rolü veren geleneksel tasviri terk etmek gerekir: İçinde, bu bir grup hakkı yenmiş gaddar insanın iyi ve naif insanların karşıtı olarak barındıran tasviri.

Daha içtenlikle, insanların/öznenin politik ifade biçimlerini, yükselişte veya düşüşte olan toplumsal tabakalara ait özelliklere çeviren bu sahte ilmi rasyonalite biçimini sorgulamamız gerekiyor. Politik ‘bir grup insan’, ondan önce var olan sosyolojik ‘bir grup insanın’ ifadesi değildir. O özgül bir yaratımdır; bir takım kurumların, yöntemlerin ve eylem formlarının, ve dahası, var olan insanların hislerini ifade etmeyen ve belirli ‘bir grup insanı’, onlar için özgül bir duygulanımlar rejimi oluşturarak yaratan sözlerin/sözcüklerin, ifadelerin, imajların ve temsillerin bir ürünüdür.

‘Trump’ın insanları’ zor durumda olan ve bir koruyucu arayışı içinde olan toplumsal tabakaların ifadesi değildir. Onlar, esas olarak, çoğunun inatla içerisinde demokrasinin yüce ifadesini gördüğü belirli bir kurum tarafından üretilmiş ‘bir grup insandır’: Bütünün gücünü somutlaştıran olarak görülen bir bireyle kendilerini onda tanıdığı görülen bir bireyler kolektifinin arasında doğrudan ve karşılıklı bir ilişki tesis eden bir kurum.

Üstelik bu kolektif, belirli bir hitap biçimi aracılığıyla inşa edilmiş ‘bir grup insandır’. Bu, yeni iletişim teknolojilerinin mümkün kıldığı kişiselleştirilmiş bir hitap biçimidir: Liderin her gün hem kamuya ait hem de özel bir kişi olarak herkesle, onların günlük olarak zihinlerinde veya kalplerinde ne olduğunu söylemesine olanak veren iletişim biçimlerini kullanarak konuştuğu bir hitap biçimi.

Eninde sonunda bu kolektif, Donald Trump’ın bu iletişim sistemi üzerinden beslediği belirli bir duygulanım düzeninin kurduğu ‘bir grup insandır’. Bu düzen belirli bir sınıfa yönelik ve engellenmiş hissi üzerine değil, tam tersine, kişinin koşullarının tatminine oynayan; onarılması gereken bir eşitsizlik hissine değil, ona saldırmak isteyenlere karşı korunması gereken bir ayrıcalık hissine oynayan bir duygulanım düzenidir.

Trump’ın hitap ettiği tutku konusunda herhangi bir gizem yoktur; o, eşitsizliğe olan tutkudur. O, aynı anda zengin ve fakirin, onlara karşı ne pahasına olursa olsun üstünlük kurmaları gereken bir aşağılıklar kalabalığı ‘keşfetmelerine’ olanak tanıyan bir tutkudur. Tabii ki her zaman katılabileceğiniz bir üstünlük konumu vardır: Bu erkeğin kadına, beyaz kadının beyaz olmayan kadına, işçinin işsize, geleceğin mesleklerinde çalışanların ötekilere, iyi bir sigortaya sahip olanın kamu desteğine muhtaç olana, yerlinin göçmene, yurttaşın yabancıya, demokrasinin anayurdunun vatandaşı olanın insanlığın geri kalanına konumudur.

Trumpçı haydutların işgal ettiği Kongre binasında on üç kurucu eyaletin bayraklarıyla köle sahibi Güney’in bayrağının beraber bulunuşu, eşitliği eşitsizliğin en büyük kanıtı yapan ve ‘mutluluk arayışını’ nefret dolu bir duygulanım haline getiren bahsettiğim eşsiz montajı çok güzel bir şekilde resmeder. Ancak belirli bir ulusun ethosu, ne bu (ç.n. insan toplamı anlamında) bütünün gücünün üstünlüklerin ve nefretlerin sayısız bir koleksiyonuyla özdeşleştirilmesiyle, ne de belirli bir sosyal tabakayla kıyaslanabilir. Biz (ç.n. Fransızlar), ‘çalışkan Fransa’yla ‘beleşçi Fransa’, hızla ilerleyenlerle arkaik sosyal koruma sistemlerine bağlı kalanlar, ve Aydınlanma/insan hakları ülkesinin vatandaşlarıyla bütünü tehdit eden geride kalmış fanatik kitleler arasındaki muhalefetin ülkemizde oynadığı rolü biliyoruz. Ve her gün internette; gazete okuyucularının yorumları tarafından kaynama noktasına getirilen, her türlü eşitlik biçimine karşı olan nefreti görebiliyoruz.

 İnatçı bir inkarın, geri kalmış zihinlerin işareti değil de baskın rasyonalitenin bir türü olduğu gibi; nefret kültürü de imkanları kıt olan sosyal tabakaların değil kurumlarımızın işleyişinin bir ürünüdür. Bu kültür, (ç.n. teknik anlamda) ‘insan-dövmenin’, eşitsizliğin mantığına ait olan ‘bir grup insanı’ yaratmanın bir yoludur. Yaklaşık iki yüz yıl önce, entelektüel özgürleşmenin düşünürü Joseph Jacotot eşitlik karşıtı bir aptallığın nasıl her aşağılığın kendine bir aşağılık keşfettiği ve bu üstünlüğün tadını çıkardığı bir toplumun temeli olduğunu gösterdi.

Daha çeyrek asır önce, ben, kendi adıma, demokrasinin bir konsensusla özdeşleştirilmesinin, şimdilerde arkaik kabul edilen ‘bir grup insanın’ sosyal bölünümü yerine yalnızca nefret ve dışlama duygulanımlarına dayanan daha da arkaik ‘bir grup insanı’ yarattığını ileri sürdüm.

 Donald Trump’ın başkanlığının sonunu işaret eden olayların bizi kızgınlık ve alay yerine rasyonel dediğimiz düşünce biçimlerine ve demokratik dediğimiz topluluk biçimlerine biraz daha yakından bakmaya sevk etmesi gereklidir.

Jacques Ranciere/Verso Books (Çeviren: Atahan Erbaş/DuvaR)

Popüler Yazılar