Uluslararası hukukçu ve analiz uzmanı Reza Nasri, İran’a yönelik üç yanlış varsayımın Amerikan söylemini şekillendirdiğini ve bunların çoğunun İsrail kaynaklı olduğunu düşünüyor.
İRNA Dış Politika Grubu’nun haberine göre, ABD Kongresi’ne yakın bir dergi olan The Hill’de, uluslararası hukukçu ve analiz uzmanı Reza Nasri’nin kaleme aldığı yazıda şöyle denilmektedir: Donald Trump’ın başkanlığa geri dönmesiyle birlikte, Amerika’nın söyleminde üç yanlış varsayım hakim olmuştur: İran’ın Hizbullah’ın yenilgileri nedeniyle zayıfladığı, İran’ın umutsuz olduğu ve son çare olarak nükleer silah peşinde olduğu, ve siyasi sisteminin çöküşün eşiğinde olduğu.
Amerika’nın İran Hakkındaki Yanlış Varsayımları
İran’a yönelik yanlış iddialar, İsrail kaynaklarından, İran ile Amerika arasında askeri bir çatışmayı savunanlar tarafından şekillendirilmektedir.
Bu yanlış iddialar, uzun zamandır İran ile Amerika arasında askeri bir çatışmayı savunan İsrail kaynakları tarafından şekillendirilmektedir. Bu kaynaklar, gerçekleri çarpıtarak, yeni Amerikan yönetiminin tehlikeli hatalar yapma olasılığını artırmaktadır. Bu yanlış varsayımlar, ABD politikacılarının savaşın gerçek maliyetlerini küçümsemelerine, önleyici bir harekete geçmek için yanlış bir aciliyet duygusu geliştirmelerine, İran’ın içsel dayanıklılığı ve siyasi istikrarını yanlış değerlendirmelerine neden olabilir ve nihayetinde mevcut siyasi rejimin değiştirilmesine yönelik bir politikaya yol açabilir.
Maalesef, bu eksik anlatı sadece Amerika’nın dış politika çevrelerindeki en gürültücü savaş yanlılarıyla sınırlı değildir. Richard Haass, Foreign Affairs dergisinde yayınlanan “İran Fırsatı” başlıklı makalesinde, İran’ın geçmiş on yıllara kıyasla daha zayıf ve kırılgan olduğunu iddia etmektedir. Aynı şekilde, Dennis Ross, Ekim ayı sonunda İsrail’in İran’ın füze üretme kapasitesinin %90’ını yok ettiğini öne sürmektedir. Bu kişiler, İran’a karşı askeri bir müdahalenin doğru bir seçenek olduğunu söylemek için bu iddiaları kullanmaktadırlar.
Daha da endişe verici olanı, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun benzer görüşleri, onaylanma sürecinde dile getirmesidir. Rubio, İran halkı ile yönetim arasındaki uçurumu vurgulayarak, İran’daki enerji sübvansiyonlarının azaltılmasını, İran’ın iddia edilen zayıflığının bir kanıtı olarak göstermiştir. Gerçekte, sübvansiyon reformları, üç yıldan fazla bir süredir devam eden, uzun vadeli ekonomik planlamanın bir parçasıdır ve herhangi bir siyasi kırılganlık belirtisini yansıtmaz.
Resmi diplomatik ilişkilerin eksikliği, bu yanlış anlamaları derinleştirmektedir. 1980 yılından bu yana, İran, ABD’de doğrudan temsilcilikten yoksundur ve sınırlı konsolosluk görevleri için Pakistan Büyükelçiliği’ne bağlıdır. Aynı şekilde, İran’ın New York’taki Birleşmiş Milletler Temsilciliği, katı sınırlamalar altında faaliyet göstermektedir, diplomatik temsilcilerini kısıtlar ve ABD’li politikacılarla, medya ile ya da düşünce kuruluşlarıyla etkileşim kurmalarını engellemektedir.
Washington’da büyükelçilikleri ve lobicilik ağları olan ülkelerin aksine, İran, yanlış bilgilere karşı etkili bir şekilde mücadele edemez ya da kendi bakış açılarını sunamaz, bu da durumu daha zorlaştırmaktadır. ABD ve İran arasındaki diplomasi ya da hassas yaklaşımlar konusunda destek veren araştırmacılar ve analistler, sıklıkla yurt dışındaki karşıt gruplardan karşıtlıkla karşılaşmaktadır. Bu gruplar, İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı sert bir tutum takınmaktadırlar.
İran, hala güçlü bir oyuncu olarak, güçlü savunma kapasitesine ve önemli jeopolitik etkilere sahiptir.
ABD’nin İran’a yönelik politikasını şekillendiren siyasetçiler, bu yanlış görüşlere dikkat etmelidir. Mevcut iddiaların aksine, İran hala güçlü bir aktör olup, güçlü savunma kapasitesine ve önemli jeopolitik etkilere sahiptir. İran’ın dirençliliği, 90 milyona yakın nüfusu, gelişmiş askeri teknolojisi ve stratejik geçiş noktaları üzerindeki kontrolü ile, halk gücü, stratejik coğrafya ve kendi kendine yeten savunma altyapısına dayanmaktadır.
Gerçekten de, İran’ın savunma ve caydırma kabiliyetleri, hiçbir zaman Hizbullah gibi bölgesel aktörlerle ittifaklara bağlı olmamıştır. İran’ın bölgesel bir güç olarak konumu, bağımsız bir ülkenin ihtiyaç duyduğu tüm araçlarla donatılmıştır ve herhangi bir çatışmayı ciddi bir tehlike haline getirir. Savaş, bölgesel istikrarı tehdit eder ve küresel ekonomik sonuçlar doğurur. İran, tarihsel olarak, jeopolitik değişimlerden ve dış baskılardan geçerek olağanüstü bir dayanıklılık sergilemiştir.
Son kırk yıl içinde, bu ülke, düşman bir güvenlik ortamında bir dizi tehdit ve zorlukla karşılaşmıştır, bunlar arasında, ABD’nin Hürmüz Boğazı’ndaki sürekli askeri varlığı da bulunmaktadır. Ülke, sekiz yıl süren İran-Irak savaşını, gizli operasyonları, ekonomik yaptırımları, üst düzey yetkililerin suikastlarını, psikolojik savaşları ve Trump yönetiminin “maksimum baskı” kampanyasını geride bırakmıştır. 2003’te ABD’nin Irak’a saldırmasına karşılık olarak, İran savunma çabalarını artırmış ve gelişmiş füze sistemlerine, insansız hava araçlarına ve sağlam altyapılara büyük yatırımlar yapmıştır. Bu deneyimler, İran’ın egemenliğini koruma ve düşman koşullara uyum sağlama yeteneğini pekiştirmiştir. İran, 1.6 milyon kilometrekarelik alanı ile 13 ülke ile kara sınırına sahiptir ve Hürmüz Boğazı’na erişimi kontrol eder; bu boğaz, dünya petrol arzının %20’sinin geçtiği kritik bir geçiş noktasını oluşturur. Bu hayati su yolunu güvence altına almak için, Tahran, karmaşık bir deniz, füze ve hava savunma sistemleri ağı geliştirmiştir.
Halkın birliği, İran’ın dış baskılara karşı savunma yeteneğini güçlendirir. Ülke dışındaki muhalefet gruplarının, 2003 yılında Irak’a saldırmadan önce Ahmed Çelbi gibi figürlerin kullandığı taktikleri hatırlatan iddialarına rağmen, İran halkı egemenliklerini savunmak için dış tehditlere karşı birleşmişlerdir. Bu toplu birlik, ortak bir gurur ve dayanıklılık duygusundan kaynaklanır ve İran’ın dış baskılara karşı savunma ve direnme yeteneğini güçlendirir.
Trump yönetimi, İran’a yönelik politikasını tanımlamaya hazırlanırken, tarihi hatalardan ders almalı ve Irak’a yapılan saldırıya yol açan büyük yanlışlardan kaçınmalıdır. Bu karar, yanlış varsayımlar, yanlış bilgiler ve aşırı basitleştirilmiş analizler ağı tarafından yönlendirilmişti ve benzer hataların tekrarlanmasına karşı açık bir uyarıdır.
İran’ı zayıf, yalnız ve çöküşün eşiğinde olarak tasvir eden anlatı, yalnızca yanıltıcı olmakla kalmaz, aynı zamanda tehlikelidir ve İran’ın dayanıklılığı, stratejik etkisi ve jeopolitik önemi gibi gerçekleri çarpıtmaktadır. Kitle imha silahları, rejim değişikliğinin basitliği ve istikrarlı, demokratik bir halefiyet olasılığı hakkındaki yanlış varsayımlar üzerine kurulan Irak’a saldırı, stratejik bir hata olup, büyük insani acılara, bölgesel kaosa ve kalıcı küresel sonuçlara yol açmıştır. Siyasetçiler, aynı aşırı özgüven ve indirgemeci düşünceden kaçınmalıdırlar.
ABD hükümeti, daha düşünceli ve dikkatli bir yaklaşım benimsemeli ve diplomasi ile diyalogun önemini kabul etmelidir. Trump yönetimi, efsanelere dayalı bir karşı karşıya gelme ve İran’da rejim değişikliği yönündeki arzulardan kaçınmalıdır. Bunun yerine, gerçekçilik, temkinlilik ve barışçıl bir çözüm için gerçek bir taahhüt üzerine kurulu bir politika izlemelidir. Yalnızca bu şekilde geçmişteki sorunlardan kaçınabilir ve daha istikrarlı ve güvenli bir Orta Do
ğu’ya katkıda bulunabilir.
Herhangi bir düzenleme veya ekleme yapmamı ister misiniz?