Editörün notu: Küba, 1959’daki devrimden bu yana ABD’nin baskıcı politikalarıyla mücadele ediyor. ABD, Küba’ya uyguladığı iktisadi, ticari ve finansal ablukalarla ada ülkesini siyasi ve iktisadi olarak zayıflatmayı hedefliyor. Bu abluka, Küba’nın sağlık, eğitim ve diğer temel haklarına erişimini ciddi biçimde engelleyerek, ülkeye doğrudan ve dolaylı olarak büyük zararlar veriyor. BM ve uluslararası toplumun yıllık olarak tekrarladığı kınama ve yaptırımları kaldırma çağrılarına rağmen, ABD bu politikaları sonlandırmayı reddediyor ve hatta daha da sertleştiriyor.
Küba, tüm bu baskılara ve saldırılara rağmen bağımsız duruşunu koruyarak ABD’nin müdahaleci politikalarına karşı direnmeye devam ediyor. Washington yönetiminin bu politikalarının soykırım girişimi olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunan uluslararası hukukçular ve çeşitli bağımsız kuruluşlar, ABD’nin Küba’ya verdiği zararı tazmin etmesi gerektiğini ifade ediyor.
Edgar Göll, NachDenkSeiten. HARİCİ
27 Ekim 2024
Şöyle bir senaryo düşünün: Erken bir sabah saatinde, bir adam Havana’daki ABD Büyükelçiliğinin önünde duruyor, yanında getirdiği Amerikan bayrağını benzinle ıslatıyor ve onu ateşe vermeye çalışıyor. Ardından, otomatik bir silahla elçilik binasına tam 23 el ateş ediyor. Tutuklandıktan sonra verdiği röportajda, eğer büyükelçi ya da başka biri binadan çıksaydı, onlara da tereddütsüz ateş edeceğini itiraf ediyor. Bu durumda ABD hükümetinin “küresel” çapta bir kınama kampanyası başlatması, CNN gibi kanalların olayı gün boyu ekranlara taşıması, Küba’nın sert eleştirilerle hedef alınması, yaptırımlar uygulanması ve Küba devletinin elçiliğin güvenliğini sağlama sorumluluğunu yerine getirmediği gerekçesiyle dava edilmesi gayet net olurdu.
Ama gerçek tam tersiydi ve çok daha farklı gelişti: Bu türden bir terör saldırısı ABD’nin başkenti Washington DC’de, Küba Cumhuriyeti’nin Büyükelçiliğine yönelik gerçekleşti! 30 Nisan 2020’de, Küba doğumlu 42 yaşındaki Alexander Alazo, ABD bayrağına bürünmüş halde elçilik önünde saldırıya geçti. Önce, üzerinde “Trump 2020” yazılı bir Küba bayrağını yakmaya çalıştı. Ardından, otomatik bir tüfekle Küba’nın diplomatik temsilciliğine tam 32 el ateş etti. O esnada elçilik binasında yedi kişi bulunuyordu. ABD makamları, daha önce Alazo’ya siyasi sığınma hakkı tanımıştı. Yakalnmasının ardından, Columbia Bölgesi Mahkemesinden Yargıç Michael Harvey, Alazo’nun “toplum için bir tehdit oluşturduğunu” belirterek onu cezaevine gönderdi. Buna karşın, Miami merkezli çevrim içi portal ADN Cuba gibi aşırı sağcı sürgün Kübalıların medya organları bu açıkça tehlikeli saldırganı savunmaya kalktı. Alazo, bu saldırıdan önce bölgede yaşayan sağcı sürgün Kübalılarla doğrudan bağlantıya geçmişti. Onlar, Alazo’nun “akli dengesinin bozuk” olduğunu ve bu nedenle suçsuz sayılması gerektiğini iddia etti.
Şimdi, dört yıl sonra, ABD yargısı bu şaibeli iddiayı resmi olarak kabul etti. Eylül 2024’ün sonunda, Bölge Yargıcı Amy Berman Jackson, Alazo’nun 15 Ekim itibarıyla serbest bırakılmasına karar verdi. Alazo, şu anda bir haftadır serbest ve herhangi bir kısıtlamaya tabi değil. Yargıç, Alazo’nun eşine hitaben, “Uzun vadeli amacımız, onun iyileşmesi ve sizinle ve çocuklarınızla birlikte yaşamasıdır,” dedi. Alazo’ya “pro bono” (ücretsiz) vekalet eden eski federal savunma avukatı Sabrina P. Shroff ise, Washington Post‘a açıklamalarda bulunarak “Bay Alazo bu suçu işlerken iyi durumda değildi. Ona karşı hiçbir şekilde dava açılmamalıydı. (…) Tedavi gördüğü sürece Bay Alazo kimse için bir tehdit oluşturmaz,” diye konuştu.
Küba’nın net tepkisi
Bu olayın ardından Küba Dışişleri Bakanlığı, ABD hükümetini bir kez daha “Küba’ya karşı terör ve şiddet eylemlerinin hoşgörülü bir suç ortağı” olmakla suçladı. 4 Ekim’de yayımlanan açıklamada, “ABD’nin başkentindeki merkezi bir caddede bir diplomatik misyona yönelik bu saldırı, başka herhangi bir ülkede terör eylemi olarak sınıflandırılırdı,” ifadesine yer verildi. Ancak ABD hükümeti, “bu eylemi terör saldırısı olarak nitelendirmeyi reddetti ve failin ABD yasalarına göre açıkça terörist olarak tanımlanabilecek eylemlerine rağmen onu bu şekilde yargılama niyetini hiçbir zaman taşımadı.” Ayrıca, yargı makamlarının, “Alazo’nun Güney Florida’da yerleşik, daha önce de defalarca Küba’ya karşı saldırgan tutum sergileyen ve şiddet ile terörizmi teşvik eden gruplarla bağlantılarına dair delilleri” göz ardı ettiği belirtildi.
Küba Dışişleri Bakanlığı ayrıca, ABD topraklarından finanse edilip yürütülen organize terörün bir kurbanı olduğunu bir kez daha delilleriyle birlikte hatırlattı. 1959’dan bu yana sosyalist Küba’ya karşı düzenlenen terör saldırıları ve gizli operasyonlar sonucunda 3 bin 478 Kübalı hayatını kaybetmiş, 2 bin 99 kişi ise sakat kalmış veya yaralanmıştı. Küba hükümeti, bu tür bir eylem Küba büyükelçiliğine ve orada görev yapan personele karşı işlendiğinde, ABD hükümetinden ciddi, sorumlu ve dürüst bir tutum talep ettiğini defalarca dile getirdi; fakat bu çağrılar hiçbir zaman karşılık bulmadı.
Durumu daha da acı kılan şey ise, Küba’nın bu protesto notunu, 6 Ekim 1976’da bir sivil yolcu uçağına yönelik gerçekleştirilen terör saldırısının yıl dönümünden iki gün önce iletmiş olması. Eski CIA casusları Luis Posada Carriles ve Orlando Bosch’un talimatıyla, iki Venezuelalı paralı asker o tarihte uçağın kokpitine patlayıcılar yerleştirmişti. Barbados’tan kalkışından hemen sonra bu patlayıcılar infilak etti. Bu sivil uçak kazasında 57 Kübalı, beş Kuzey Koreli ve Guyana’dan 11 yolcu yaşamını yitirdi. ABD’de –yani saldırının faillerinin yaşadığı ülkede– ve diğer Batılı ülkelerde bu vahşi terör saldırısı bilinçli olarak unutturulmuşken, geride kalanlar ve mağdurlar bu trajediyi asla unutamıyor.
Daha da üzücü olan, bu terör saldırısından sorumlu şahısların, ölüm günlerine dek ABD’de hiçbir engellemeyle karşılaşmadan yaşamlarını sürdürmüş olmalarıydı. Bu nedenle, müteakip pazar günü Küba, Barbados, Guyana ve Trinidad ve Tobago’nun başkentlerinde –yani Havana, Bridgetown, Port of Spain ve Georgetown’da– düzenlenen etkinliklerle bu olayda hayatını kaybedenler anıldı. Anma törenleri sırasında, Barbados Dışişleri Bakanı Sandra Husbands, Trinidad ve Tobago Dışişleri Bakanı Amery Browne ve Guyana Dışişleri Bakanı Hugh Todd, ABD’ye Küba’yı “terörün sponsoru” olduğu iddiasıyla hazırlanan kara listeden nihayet çıkarması ve ada ülkesine 60 yılı aşkın süredir uygulanan iktisadi, ticari ve finansal ablukayı sona erdirmesi çağrısında bulundular. Bu yetkililer, bu tür terör saldırılarının, ABD’nin Küba’ya yönelik genel olarak suç teşkil eden ve terörist unsurlar içeren politikasının aşırı bir örneği olduğunu ve bu politikaların artık sona ermesi gerektiğini açıkça ifade ettiler.
ABD ablukası: Küba halkına karşı girişilmiş bir soykırım teşebbüsü
Küba’ya uygulanan ablukaya dönük benzer bir net değerlendirme, yaklaşık bir yıl önce, uluslararası hukuk profesörü Prof. Norman Paech’in koordinasyonuyla Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleştirilen uluslararası bir mahkemeden geldi. Bu mahkemenin kararında şöyle denildi:
“Abluka, doğrudan ve dolaylı olarak çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine yol açtı ve ABD’nin, Küba halkı boyun eğmeye karar vermediği sürece bu ablukayı sürdürme kararı, ABD’nin Küba halkının en azından bir kısmının fiziksel olarak yok edilmesini amaçlayan önlemleri devam ettirme konusunda kararlı olduğunu gösteriyor. Bu tür bir tutum, soykırım suçunun unsurlarını taşıyor olabilir.”
Brüksel mahkemesinin bu kararına göre BM kararları, uluslararası ve ulusal kuruluşların sayısız çağrıları ve bilimsel analizler tamamen doğrulandı:
“Çok sayıda yaptırım ve bunlara temel oluşturan ABD yasaları hukuka aykırıdır ve kaldırılmalıdır. ABD, Küba devletine, şirketlerine ve vatandaşlarına verdiği zarardan sorumlu tutulmalıdır.”
Geçtiğimiz günlerde, Küba Dışişleri Bakanı Bruno Rodríguez Parrilla, ABD ablukasının sonuçlarına dair güncel raporu sundu. Bu rapor, Mart 2023 ile Nisan 2024 arasındaki dönemde Küba’da meydana gelen maddi zararları ve kısıtlamaları kapsıyor.
Rapora göre, söz konusu dönemde meydana gelen zararlar beş milyar ABD dolarını aştı. Raporda ayrıca, özellikle Batı Avrupa’da olmak üzere dünya çapında Küba ile işbirliği yapan aktörleri ve işbirliklerini etkileyen “sınır ötesi etkiler” de ele alındı. Bu rapor, BM Genel Kurulu’nun 30 Ekim’de New York’ta oylayacağı ablukanın kaldırılmasına yönelik yeni bir BM kararı için temel teşkil ediyor.
İmparatorluğun cehaleti ve kibirli tavrı
Her yıl yapılan bu BM oylamalarında, ABD hükümeti sürekli olarak tüm dünyadan izole olmuş bir şekilde eleştirilerin hedefi oluyor. Buna rağmen, ABD, Küba’ya yönelik yaptırımlarını azaltmak ya da durdurmak bir yana, tam tersine daha da sertleştirdi. Öyle ki, Başkan Trump döneminde, Küba keyfi bir şekilde “Terörizmin Devlet Sponsorları” (State Sponsors of Terrorism, SSoT) listesine alındı. Bu durum, Küba’yı ve onunla iş yapan herkesi sert tek taraflı yaptırımlara maruz bıraktı. Şimdi ise Birleşmiş Milletler’den bir uzman grubu, ABD yönetimini bu tutumu gözden geçirmeye çağırdı. ABD’nin “terör destekçisi” olarak damgaladığı devletler ve bu ülkelerin halkları, bu listeye alınmaları nedeniyle zaten uygulanmakta olan yaptırımlara ek olarak daha da fazla zarar görüyor. BM uzman grubu, SSoT listesine alınmanın, gıda hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, iktisadi ve sosyal haklar, yaşam hakkı ve kalkınma hakkı dahil olmak üzere temel insan haklarını ciddi biçimde olumsuz etkilediğine dikkat çekti. Bu nitelendirme, tamamen ABD hükümeti tarafından tek taraflı olarak yapılıyor ve bu duruma BM uzmanları, “devletlerin egemen eşitliği, devletlerin içişlerine müdahale etmeme ve uluslararası anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi” gibi uluslararası hukukun temel ilkelerine aykırıdır,” yorumunu yaptı.
Küba’nın bu listeye alınması nedeniyle, Ocak 2021’den Şubat 2024’e kadar, yabancı bankalar yaklaşık 1064 kez Küba kuruluşlarına hizmet vermeyi reddettiklerini bildirdi. Küba Devlet Başkanı Diaz-Canel, Prensa Latina haber ajansına yaptığı açıklamada, ABD’nin bu eylemlerinin, aslında “terörizmin devlet sponsoru” (SSoT) niteliğini taşıyan bir tutum olduğunu –yani ABD hükümetinin tamamen keyfi ve asılsız bir şekilde Küba’ya atfettiği suçlamanın bizzat kendisi olduğunu– belirtti. Buna karşılık Washington’dan gelen yanıt ise şu şekilde oldu: Reuters haber ajansına konuşan bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “ABD kolluk kuvvetleri, ABD yasaları çerçevesinde bireyleri takip eder ve yabancı hükümetlerden talimat almaz,” dedi.
Küba sayısız kesin kanıt sunuyor ve görmezden geliniyor
1990’lı yıllarda, Doğu Avrupa’daki reel sosyalist ülkelerle işbirliğinin sona ermesinden sonra Küba’nın yaşadığı zorlu “Özel Dönem” sürecinde, Küba’ya yönelik terörist eylemler giderek tırmandı. Bu gelişmeler karşısında Küba makamları, bu suçların ABD’den desteklendiğini kanıtlamak amacıyla FBI’a çok sayıda dosya dolusu bilgi ve belge sundu.
Bu belgeler, ulusal elektrik şebekesine, kamu sağlık hizmetlerine ve ulaşım altyapısına yönelik ekonomik zararlar veren ve insan hayatını tehlikeye atan sabotaj ve vandalizm eylemlerini içeriyordu. Örneğin, Havana’daki tesislere molotof kokteylleri atılması, Mayıs 2019’da Mariel’deki konteyner terminalinden çıkan bir yük treninin raydan çıkarılması, otobüslerin taşlanarak veya yakılarak tahrip edilmesi, içme suyu kaynaklarının zehirlenmesi, devlet kurumlarına saldırılar, radyo istasyonlarının işgal edilmesi, diplomatik temsilciliklere ve Küba tesislerine yönelik saldırılar ve bir askeri birliğe baskın yaparak silahlarını ele geçirme planı gibi olaylar yaşandı.
Küba İçişleri Bakanlığı’ndan Víctor Álvarez Valle bu konuda şunları söyledi:
“Bu eylemlerin ortak noktası, adi suçlardan sabıkalı ve toplum dışı kabul edilen Kübalı vatandaşlar tarafından gerçekleştirilmiş olmalarıdır. Bu şahıslar, ABD’de yerleşik ve oradaki aşırı sağcı örgütlerle bağlantılı şahıslar tarafından devşirilmiş, yönlendirilmiş ve finanse edilmiştir. Yürütülen soruşturmalar neticesinde, ABD’de yaşayan iki Küba vatandaşı tarafından tertip edilen bu eylemlerin, Küba’da korku salmayı ve ülkede bir istikrarsızlık görüntüsü yaratmayı amaçladığı tespit edilmiştir.”
Yoğun soruşturmalar sonucunda Küba İçişleri Bakanlığı, Aralık 2023’te bir rapor yayımladı. Bu raporda, ABD merkezli 61 kişi ve 19 örgütün adı geçiyor ve Küba hükümeti bu kişileri terörizme destek sağlamakla suçluyor. Bu listede, “La Nueva Nación Cubana en Armas”(Silahlı Yeni Küba Ulusu) adlı örgüt de yer alıyor. Listedeki şahıslar hakkında soruşturmalar başlatılmış olup, bu kişilerin kendi ülkelerinde veya başka ülkelerde terörist faaliyetlere teşvik, planlama, organizasyon, finansman, destek sağlama veya bu tür eylemlere katılma suçlarından arandıkları belirtiliyor. “La Nueva Nación Cubana en Armas” örgütünün, Pinar del Río eyaletindeki ofisler, şeker kamışı tarlaları ve tütün fabrikalarına yönelik saldırılardan sorumlu olduğu, ayrıca Havana eyaletindeki San Miguel del Padrón bölgesinde anaokulları, okullar, poliklinikler ve Organización Básica Eléctrica (Temel Elektrik Organizasyonu) tesislerine yönelik saldırgan eylemler düzenlediği bildiriliyor. Álvarez Valle, bu konuda şu açıklamayı yaptı:
“Bu şahıslar, Kuzey Amerika topraklarında cezasız bir şekilde faaliyet göstermeye devam ediyor; şiddet yanlısı örgütleri finanse ediyor, organize ediyor ve destekliyorlar, böylece ülkemizin iç düzenini zayıflatmaya çalışıyorlar.”
Kasvetli öngörüler: Vahşi Batı’dan Küba’ya bakış
5 Kasım’da ABD’de düzenlenecek olan başkanlık seçimlerinde, her iki adaydan da Küba’ya dönük daha medeni ve uluslararası hukuka uygun bir politika beklemek mümkün görünmüyor. Kamala Harris’in açıklamaları muğlak ve çelişkili. Daha da kötüsü, Donald Trump ve başkan yardımcısı adayı Vance’in olası Küba politikası tam anlamıyla felaket olabilir. Trump, bir seçim mitinginde başkan olması durumunda “Küba’nın yakında çok farklı görüneceğini” iddia etti.
Bu askeri süper gücün dış politika elitleri, politikalarını yürütürken son derece acımasız ve yıkıcı bir tavır sergiliyor; BM Şartı, uluslararası hukuk, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve tüm dünya toplumunun iradesini hiçe sayıyor. Bu bağlamda, Guantánamo Körfezi’nde kurulan ve 700’e yakın tutuklunun bulunduğu yasa dışı, barbarca bir ABD işkence kampına dönüştürülen üssü hatırlatmak yeterli olacaktır, bu üs, 1902’den beri ABD ordusu tarafından uluslararası hukuka aykırı bir şekilde işgal edilmiş Küba toprağı olarak değerlendiriliyor.
Küba, “İmparatorluğun” saldırganlığını ve suçlarını, ABD destekli diktatör Batista’ya karşı 1959’da gerçekleştirdiği başarılı devrimden bu yana, yani tam 65 yıldır çekiyor. O dönemde, bugün hâlâ geçerliliğini koruyan bir doktrin ortaya konmuştu. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları ile CIA tarafından 1959 sonbaharında hazırlanan ve Başkan Eisenhower ile halefi John F. Kennedy tarafından onaylanan ABD işgal planının ilk cümlesi şöyleydi:
“Burada sunulan programın amacı, Castro rejimini ABD için daha kabul edilebilir bir rejimle değiştirmektir; ancak bunu yaparken ABD müdahalesi izlenimi yaratılmamasına dikkat edilecektir.”