Bu hafta başında İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Beyaz Saray’dan, Başkan Joe Biden ile “muhtemelen” yıl sonundan önce bir yerde buluşmak üzere bir davet aldı. Bu arada, İsrail’in partili olmayan ve sınırlı yetkilere sahip cumhurbaşkanı Isaac Herzog, İsrail’in yetmiş beşinci yıldönümü münasebetiyle çarşamba günü Kongre’nin ortak oturumuna hitap etmeden önce salı gününü Oval Ofis’te Biden ile görüşerek geçirdi.
Herzog’un Netanyahu’dan önce Washington’a davet edilmesi, İsrail tarafından, ABD’nin İsrail’e olan derin bağlılığının bir yansıması olarak görülmeli, ancak mevcut politikalarının Washington’unkilerle uyuşmadığının da kabul edilmesi anlamına gelmelidir. Farklı politikalara sahip olmak tartışmasız İsrail’in ve onun lideri olarak Netanyahu’nun egemenlik hakkıdır. Ancak bu farklılıklar olağan hale gelirse, ilişkinin doğasını kalıcı olarak değiştirme tehdidi arz edebilir.
Örneğin, İsrail için her zaman başlıca dış politika kaygısı olan İran’a konusunda “doğru” yaklaşımın ne olduğu, İsrail ve ABD’yi bölmeye devam ediyor. 2015’te Kapsamlı Ortak Eylem Planı konusunda olduğu gibi, konuyla ilgili güçlü ikili iletişim ve anlamlı iş birliğine gidilmesi, kamuoyundaki anlaşmazlıkları azaltmaya yardımcı olsa bile… Ancak Biden yönetiminin Tahran ile sınırlı bir anlaşmayı bile kabul etmesi halinde, mükemmel bir iletişimin bile İsrail kamuoyunun tepkisini ve öfkesini hafifletmesi pek olası değil.
İran konusunda iletişim gelişirken, diğer önemli dış politika sorunları söz konusu olduğunda tam tersine iletişimin azaldığı görülüyor. Yerleşim yerlerinin genişletilmesi ve yerleşimciler ile Filistinliler arası şiddet, Abraham Anlaşmaları üyeleri arasındaki ilerleme hızını yavaşlatıyor ve bu durum en son Fas’ın son Negev Forumu’nu iptal etme kararıyla ortaya çıktı. Ancak anlaşmalar ABD’nin büyük önem verdiği bir konu niteliğinde. ABD Dışişleri Bakanlığı’nda konuyla ilgili yeni bir makam dahi oluşturuldu.
Daha da ötesi, Netanyahu’nun bu yılın sonlarında Çin’i ziyaret etme kararı, gerçek bir ikili Çin-İsrail ilişkisinden ziyade ABD’yi uyarmanın ve bölgesel müdahalesini artırmaya zorlamanın bir yolu gibi göründüğünden, taraflar arasındaki farklılıkları daha da şiddetlendirecek gibi görünüyor.
Ancak İsrail ne Suudi Arabistan ne de BAE’ye benzer. Bu devletlerin her ikisi de ABD ve Çin arasında bir korunma stratejisi uygulamaya çalışıyor. İsrail sağının uzun süredir müttefiki olan ve Foundation for the Defense of Democracies (FDD) CEO’su Mark Dubowitz’in Twitter’da söylediği gibi: “Netanyahu ABD ve Çin’i birbirine düşürebileceğini düşünüyorsa, İsrail’in büyük bir petrol üreticisi haline gelmesini umması, 38 milyar dolarlık ABD askeri yardımını geri vermesi ve artık BM’de Amerikan desteğine ihtiyaç duymaması iyi olur.”
Netanyahu’nun Pekin’i ziyaret etme kararının duyurulması, ABD’nin geçen kış Ukrayna’ya şu anda depoda bulunan HAWK uçaksavar füzelerini vermeyi reddetmesi nedeniyle İsrailli lidere yönelik hayal kırıklığını takip etti. İsrail uzun zamandır Ukrayna’ya silah sağlamanın bu silahların yanlış ellere geçmesine ve tersine mühendislikle İsrail’in güvenliğini tehdit etmesine neden olabileceğinden endişe ediyordu. Dahası İsrail, bu silahların Ukrayna’ya verilmesinin Rusya’nın halen faaliyet gösterdiği Suriye’deki İran ve Hizbullah hedeflerini vurma konusunda İsrail’in hareket serbestisini engellemesinden de endişe ediyordu.
Ancak Netanyahu talebi reddederek, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in İsrail’in önleme saldırılarına müdahale etmemesini ummak karşılığında ABD’nin yakın vadedeki en büyük küresel önceliğini elinin tersiyle itmiş oldu. Tüm bunlar olurken Rusya’nın İran’la askeri ilişkisi daha da yakınlaşıyor.
İsrail’de ise, yasama organı üzerinde bağımsız bir denetim organı olan İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yetkilerini kısıtlamaya yönelik yasa tasarısı ilerledikçe, önümüzdeki iki hafta içinde sivil huzursuzluk muhtemelen zirveye ulaşacak.
Bu hafta bir konferans için İsrail’de bulunuyorum. Cumartesi akşamı, yargı reformu protestolarını bizzat gözlemlemek için otelimden Kaplan Caddesi’ne doğru yürüdüm. Gördüğüm şey, yargı reformlarının İsrail’in demokrasisini temelden sarsacağından korkan on binlerce farklı görüşten, vatansever ve korkmuş İsrailliydi.
Güçlü bir ABD-İsrail ilişkisi, kanuni düzenlemeler ne olursa olsun devam edecektir ve etmelidir. Ancak demokrasinin ABD-İsrail ilişkilerinin ortak, temel ve esaslı bir ilkesi olduğu gerçeğini küçümsemenin ya da bundan kaçınmanın bir yolu yoktur.
Amerika Birleşik Devletleri, demokrasi ve özgürlük anlayışını paylaşmayan pek çok ülkeyle güçlü ilişkiler kurmaktadır. Ancak bu ilişkilerin hepsinin görünmez bir hududu vardır.
Salı günü Biden, New York Times köşe yazarı Tom Friedman’a yargı reformları söz konusu olduğunda “mümkün olan en geniş uzlaşıyı aramaya” ihtiyaç olduğunu söyledi. Bu, Mart ayında “uzlaşma gerektiğini” söylediği yorumlarının bir devamı niteliğinde. Mart ayında Netanyahu, İsrail’in “egemen bir ülke” olduğunu ve “dışarıdan gelen baskıları” reddettiğini belirterek bu yorumlara görünüşte kızgınlıkla karşılık vermişti. Ancak Başkan o zaman da şimdi olduğu gibi İsrail’in iç siyasetine müdahale etmeye çalışmıyordu. Daha ziyade, dolaylı olarak kendi Siyonizm’ini yansıtıyordu. İsrail’in demokrasinin temel ilkesini artık anlamlı bir şekilde paylaşmaması halinde, ABD-İsrail ilişkisinin zaman içinde sınırları az olan bir ilişkiden, sınırları olan çok daha dar bir ilişkiye dönüşeceğinden neredeyse kesinlikle endişe duyuyordu.
Bu da bir bütün olarak taraflar arasındaki farklılıkların yarattığı zorluktur. Müttefikler politikalar konusunda her zaman aynı fikirde olmayabilirler. Ancak çok fazla konuda uyumlu olmamaya başladıklarında, bu durum, ne kadar güçlü olursa olsun ilişkinin hatlarını değiştirme tehdidi oluşturabilir. Böyle bir politika uçurumu bugün ABD-İsrail ilişkisini tehlikeye atmayacaktır, ancak bu durum devam eder ve uçurum genişlerse gelecekte ilişkiler tehlikeye girebilir.
Bu yılın bir noktasında Biden muhtemelen Başbakan Netanyahu ile görüşecek. Bu görüşmenin nasıl geçeceği, ABD ve İsrail’in ilişkilerinin daha uyumlu olup olmadığına bağlı olacaktır.
Jonathan Panikoff tarafından kaleme alınan ve National Interest’te yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News’in editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak:Mepanews