Bu eylemler kısa sürede Anadolu’ya yayılmış, 6. filoya karşı müthiş bir öfke patlaması yaşanmıştı. 13 Şubat’ta başlayan protesto gösterilerinde şu pankartlar taşınmıştı.
“Türkiye 6. Filo’nun genelevi değildir”,
“Türk Kadını onurunu koruyacaktır”,
“Amerikalı it, evine git!”,
“Ya İstiklâl, Ya Ölüm”,
“Rezil Coni bir daha gelme!”,
“Amerikan iti toprağımızda havlayamaz”, “Amerika’yla tartışılmaz, savaşılır”,
“Yaşasın ezilen dünya halklarının kurtuluş savaşları”,
“Emperyalizm ve sömürüye karşı işçi yürüyüşü…”
68 kuşağının antiemperyalist gösterileri ve bu gösterilerde taşınan pankartlar derin yapıları ürkütmüştü. Derin yapı; Türk Talebe Birliği, İlim Yayma Cemiyeti, Komünizmle Mücadele Derneği gibi derneklere sızmıştı. Ayrıca solcu öğrencilerin direnişini kırmak için “Kırklar Komitesi” adıyla paramiliter bir yapı kurmuştu. İnanan kitlelerin hassasiyetleri farklı yönlere kanalize edilmiş ve tatlı su İslamcılığı projesi hayata geçirilmişti. O komitede yer alan isimlerden birisi de Abdullah Gül’dü.
Yine o günlerde eylemci öğrencileri; din düşmanı, vatan haini gibi gösteren sözüm ona muhafazakar gazeteler derin yapılar tarafından finanse ediliyordu. Bu yayınlar arasında en etkili olan yayın organı da Mehmet Şevket Eygi’nin sahibi olduğu Bugün gazetesiydi.
M. Şevket Eygi, 12 Şubat 1969 tarihli Bugün gazetesinde şu çağrıyı yapmaktadır:
“11 Şubat günü Beyazıt Kulesi’ne kızıl bayrak çeken kızıl komünistlere hadlerinin bildirilmesi gerekir.”
Eygi’nin çağrısı ses getirmiş ve 14 Şubat günü Türk Talebe Birliği, “Bayrağa saygı toplantısı” düzenlemişti. Ardından Komünizmle Mücadele Derneği, “Cami’ye Saygı” mitingi düzenlemek bahanesiyle inanan saf kitleleri İstanbul’da tertip edilecek mitinge çağırıyordu. Miting, 6. Filo’nun İstanbul’a geleceği 16 Şubatta 6. Filo’nun demirleyeceği noktanın hemen karşısındaki Dolmabahçe Camiinde yapılacaktı.
16 Şubat tarihli Bugün Gazetesi Mehmet Şevket Eygi’nin provokasyon kokan şu çağrısına yer vermişti:
“Büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekûn bir savaş kaçınılmaz hale gelmiştir… Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim, etliye sütlüye karışmam deyip de zulüm edenlerden olma, gözünü aç bak…Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslam’da askerlik ve cihad ihtiyâri değil, mecburidir… Cihad eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur. Canını veren şehitlik şerefini kazanır… Ezanlar susturulmasın, Müslümanlar komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar.”
Soner Yalçın, bu hizmeti karşılığında Mehmet Şevket Eygi’nin yurt dışı hesaplarına yüklü para yatırıldığına dair bir iddia ortaya atmış, Şevket Eygi ise bu konuda herhangi bir yalanlamada bulunmamıştı.
Komünizmle Mücadele Dernekleri Genel Başkanı İlhan Darendelioğlu da boş durmayıp muhafazakar ve milliyetçi kitleleri; “Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin.” sözleriyle provake etmişti.
Derin yapılar boş durmuyor bu kez de Yeşilçam’ı ayartmağa çalışıyordu. Belli ki örtülü ödeneğin büyüsüne sinema yapımcıları da kapılmıştı. Anadolu’daki sinemaların teşhir bölümü bir anda; Malkoçoğlu, Kara Murat, Tarkan, Battal Gazi, Karaoğlan, Turhanoğlu Çal Hasan gibi tarihi filmlerin afişleriyle dolmuştu. Belli ki film yapımcıları, milli ve muhafazakar dürtüleri kamçılayan yapımlarla sağı güçlendirerek solun gücünü kırmağa çalışıyordu.
Bunun öncesindeki süreci de Demokrat Partili Menderes yönetiyordu. Menderes, N. Fazıl’a örtülü ödenekten ihsanda bulunuyor, o da kalemini efendisinin hizmetine kiralıyordu. N. Fazıl’ın, aralarındaki fikri yakınlığa karşın Erbakan Hocaya mesafe koymasında milliyetçi bir partinin ihsanları etkili olmuş mudur? Aradan uzun bir süre geçtikten sonra, Menderes-Necip Fazıl ilişkisi Haber Türk’ün “Necip Fazıl’dan Menderes’e yalvaran mektuplar!” başlıklı bir yazı ile deşifre ediliyordu. Yazıda şu ifadelere yer verilmekteydi;
“1960 ihtilalinden sonra asılarak idam edilen Başbakan Adnan Menderes ile Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur’un, Yassıada’da yargılanmasına neden olan yazar ve sanatçılara örtülü ödenekten verilen paralarla ilgili belgelere Habertürk ulaştı. Örtülü ödeneğin nereye harcandığı dair belge tutma zorunluluğu bulunmamasına rağmen Menderes, tüm harcamaları Müsteşar Korur’dan kayıt altına almasını istemiş, şahsi harcamaları da kendi banka hesabından karşılanmasını emretmişti. Darbeden sonra Menderes’in evinde yapılan aramada, örtülü ödenek harcamalarının binlerce makbuzunun olduğu kahverengi bavul bulundu. Açılan bu bavulda, gizli tutulması gereken makbuz ve mektuplar da çıktı. İşte o belgelerden bazıları, örtülü ödenek davasına konu olan yazar ve sanatçılara yapılan yardımlardı. Sanatçılara yapılan yardımlarla ilgili makbuzların yanısıra, o sanatçıların Menderes’e yardım talebiyle yazdığı mektuplar da ortaya çıktı.”
Menderes’e gönderilen mektuplar. İşte o mektuplardan bazıları:
Necip Fazıl Kısakürek, Menderes’e gönderdiği 21 Ocak 1954 tarihli “Muhterem efendim” diye başlayan mektupta Emniyet Genel Müdürü’ne kovuşturmalarla ilgili gerekli talimatın verilmesini, huzura kabul edilmesini ve kendisine yardım yapılmasını talep ediyordu.
26 Aralık 1956 tarihli
‘Her şeyi uğrunuza riske ettim” başlıklı mektupta N. Fazıl şunları yazıyordu:
“Müsteşar Bey’den 2500 lira ve ‘Mecmuanı çıkar da görelim ve sonra yardım edelim’ cevabı aldım. İlk defa bir itimatsızlık sezer gibiyim. Ben parayı alır da mecmuayı mı çıkarmam veya çıkarırım da uygunsuz bir istikamet mi tutarım? Ben ki her şeyi uğrunuza riske etmiş, her defa mükemmel eseri vermiş ve bu kadar tecrübe ve çileden geçmiş bir adamım. Şahsım, kalbim ve kalemim her türlü teminatın üzerindedir. Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır. Bütün bunlara karşı 15 bin lira zarar çarpıtılmış ve daha nice kasıt ve sabotaja karşı yalnız bırakılmış olarak sürünmekteyim. Haftalardır Ankara’nın bu hücra ve münzevi otelinde cinnet buhranları içinde çırpınmaktayım. Bütün istediğim zarara birkaç bin zamla 20 bin lira temininden ibarettir. Bunca muvaffakiyetten sonra uğratıldığım bu hal ve düştüğüm şeref kırıklığı hayatıma mal olabilir…Artık Necip hakkında olmak mı olmamak mı kararı sizi de üzüntüden kurtaracak şekilde verilmeli ve bu iş bitirilmelidir. Ben kararlıyım ve her şeye razıyım.”
Necip Fazıl’ın Menderes’e yazdığı “Hesabı nasıl vereceksiniz?” başlıklı 14 Ocak 1958 tarihli mektupta ise şu ifadelere yer verilmekteydi:
“Ben hastayım. Şekerliyim. Ayrıca çıldırmak üzereyim. Bütün hastane halime acıyor. Bu vaziyette emrin uzaması benim ölüme ve cinnete terk edilmem demektir. Başıma bir hal gelecek olursa Allah’a, Türk Milletine ve “Allah bir” diyenlere karşı hesap nasıl verecektir. Kadiri mutlakın üzerine yemin ederim ki yalan söylemiyorum, mübelağa etmiyorum, rol oynamıyorum, edebiyat yapmıyorum. Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira lütfedilirse… Ayda 6 bin lira tahsis olunursa… Akis, Kim, Form gibi mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici kaalara ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir. Bu da olmazsa tam altı aydır bir tek yardım görmeyen beni vazife günüme kadar her ay muayyen ve mukarrer bir mikyas altında kurmaktan ve göz yaşları içinde yalnız ibadet ve mücerret eserler kaleme almaya terk etmekten başka iş kalmaz.”
Haber Türk’de yayınlanan belgeler doğruysa bize şunları söylemek düşüyor;
Ne Necipsin; Ne Fazıl,
Örtülü ödenekle geçirmişsin bir çok fasıl.
Anadolu’nun saf ve masum çocuğu. Ne safmış ne de masum.