Perşembe, Nisan 25, 2024

Son Haberler

İlgili Yazılar

Ya ABD sonrası Ortadoğu pratik olarak etkili olursa? / ROBERT A. MANNING

İsrail’in Arap komşularıyla birlikteliğinden kaynaklanan İbrahim anlaşmalarından, ilişkileri geliştirmek için İran-Suudi görüşmelerine ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Suudiler, BAE ve İsrail ile uzlaşmasına kadar, son birkaç haftadaki olaylar, Orta Doğu’da baş döndürücü bir hızla meydana gelen ve çok kutuplu bir hal alan yeni bir arada yaşama modellerinin altını çiziyor. Peki, neden böyle?

Ya bu eğilimler yirmi yıllık sonuçsuz savaştan bıkmış olan Amerika’nın artık güvenilir bir güvenlik garantörü olamayacağı korkusuna karşı bir kalkana ihtiyaçları olan Orta Doğu hükümetleri arasındaki tutumu yansıtıyorsa, o zaman ne olacak? Dolayısıyla onların kendilerini korumada ve bölgedeki güvenlik tehditlerini azaltmada daha aktif olmaları gerekiyor.

Bu eğilim Ortadoğu ile sınırlı değildir. Avrupa’da daha bağımsız bir yönetim durumunun işaretleri var ve Hint ve Pasifik bölgesinde, bölgesel ekonomik karışıklık için bir seferberliğe ve Asya’da benzeri görülmemiş bir güvenlik işbirliğine şahit oluyoruz. Aslında, ABD ortaklarının daha fazla güvenlik yükü üstlenmesi, belki de Soğuk Savaş sonrası dünyanın bir özelliğidir. Bu, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından çok kutuplu bir dünya için bir mekanizma olarak tanıtılan Richard Nixon’ın Guam Doktrini’nin yeni bir versiyonudur.

Ancak, Washington’daki genel algı şudur: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra güvenlik garantörü olarak Amerika’nın duruşunu değiştirmek büyük bir hata ve ABD’nin çıkarlarını ve bölgesel istikrarı tehlikeye atmaktadır. Çünkü bu, Çin ve İran gibi aktörlerin doldurmak istediği bir boşluk yaratmaktadır. Bu yaklaşım, iki büyük savaşın yenilgisinden ve can ve sermaye kaybından (yaklaşık 6.4 trilyon dolar)sonra, bu çeyrek yüzyıldaki Amerikan politikasının ne barışa ne de istikrara yol açan bir felaket olmasını önemsememektedir.

Buradaki mesele şudur; ABD’nin Irak’ı işgali, Afganistan savaşı ve Libya’da rejimin değiştirilmesine ve hükümetin verimsizliğine yol açan insani askeri müdahalesi, kırılgan bir bölgede istikrarsızlaştırıcı bir güç olmuştur. Buna, Trump’ın dört yıllık “Önce Amerika” yaklaşımını ve bölgeye daha fazla dahil olma konusunda pek iştahı bulunmayan ve bölge için pek inandırıcı olmayan ABD kamuoyunu da ekleyin.

Aynı zamanda, ABD, Ortadoğu’daki varlığında hafif bir azalma ile askeri üslerinin çekirdeğini korumaya devam ederken, ABD’nin bölgedeki siyasi-güvenlik rolünün, Barack Obama’nın Beşar Esad’ı kimyasal silah kullandığı için cezalandıracağı konusundaki kırmızıçizgisinden vazgeçmesinden bu yana düşüşte olduğu ve bunun telafi edilemez bir hata olduğu iddia edilmektedir.

Bazıları da ABD’nin, Rusya’ya daha fazla baskı yapmak ve petrol fiyatlarını düşürmek için, Suudi Arabistan ile yeni bir anlaşmaya girmesi ve daha fazla petrol üretimi ve Suudilerin Yemen savaşını sona erdirme konusundaki diğer adımları ve İsrail’i tanımaları karşısında Suudi Arabistan’a olan güvenlik taahhüdünü derinleştirmesi gerektiğini iddia etmektedir. Ancak, ABD’nin küresel çıkarlarının daha yüksek önceliği göz önüne alındığında, Orta Doğu bataklığına daha fazla dalmak akıllıca olacak mı?

Amerika’nın geri çekilmesi konusundaki mevcut zihniyet, bu ülkenin yeteneklerinden çok niyetini dikkate almaktadır ancak insanlar kendi zihniyetlerine göre hareket etmektedir ve ABD’nin rolüyle ilgili bu endişe, yeni bölgeselciliğin itici güçlerinden sadece biridir.

Pek çok Sünni Arap ülkesinin itici gücü, İran’a yönelik endişelerinde, vekalet savaşlarından yorulmalarında ve petrol geçişi ve teknoloji transferleri üzerindeki ekonomik geri kalmışlık korkularında ve İsrail’in ticaret, teknoloji ve yatırımından umut beklemelerinde yatmaktadır.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin uyduları Mars yörüngesinde dönmektedir ve Suudi Arabistan ve BAE’nin yenilenebilir enerji ve teknoloji şehirlerine yaptığı büyük yatırım, geçmişi aşmaya çalışmanın bir göstergesidir. Ukrayna savaşının neden olduğu jeopolitik çalkantı da bunda bir etken olabilir.

Kendi kurduğu ekonomik sıkıntı tuzağına düşen Erdoğan, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail ile bir uzlaşma kampanyası başlattı. Beş tur üst düzey görüşmelerin ardından Suudi-İran yakınlaşması, bölgesel istikrar için kilit bir gerekliliktir ve bu durum, ortada hala sorunlar olmasına rağmen yavaş yavaş şekilleniyor gibi görünüyor.

Yükselen jeopolitik olgular, ekonomik, politik ve güvenlik bağlarının solan yapısı ve bölge içi yakınlaşma, ABD’nin daha az rolüne rağmen veya belki de tam da bu nedenle Orta Doğu’nun (Amerika sonrası) etkili olabileceğini ortaya koymaktadır.

Pek çok Amerikalı kötümser kişi, Çin ve Rusya’nın Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki artan etkisine işaret ediyor ve bu etkinin Amerika’nın çıkarları pahasına olmasından korkuyor.

Bugün dünya, başarısız savaşlar kuşağından uzaklaşıyor ve petrol sonrası döneme doğru ilerliyor ve hegemonların veya hegemonik güçlerin egemenliğini önlüyor. Petrol endişeleri her zaman büyütüldü. Körfez petrol ihracatçıları ve Çin gibi büyük müşterilerinin petrol akışını bozmak için hiçbir istekleri yok.

Bölgenin perspektifini Çin, Rusya, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan arasındaki hegemonik rekabet açısından değerlendirdiğimizde, bu ülkelerden birinin egemen hegemonya haline gelmesinden ziyade, bir tür denge olacağı daha olasıdır. 

Dünyanın en büyük petrol tüketicisi olan Çin, çoğunlukla ekonomik olarak Orta Doğu’da yerini genişletmeye devam ediyor, ancak askeri müdahaleden kaçınıyor. Hem İran hem de Suudi Arabistan’ın önemli bir petrol ithalatçısı olan Çin, siyasi tarafsızlık ve müdahalede bulunmamak istiyor. Dünyada dışlanan bir ülke haline gelen Rusya konusunda ise bu ülkenin Orta Doğu’daki yeni varlığını ne ölçüde koruyabileceği sorusu gündeme gelmektedir.

En kötü sorun İran’ın bölgesel ve nükleer arzularıdır. Nükleer anlaşmanın geleceği konusundaki belirsizlik ve Tahran’ın bölünebilir materyali daha da zenginleştirmesi göz önüne alındığında, Suudileri, Türkiye’yi ve Mısır’ı kapsayan nükleer silahlanma yarışına girmiş bir bölge hayal etmek çok da zor değil.

İran, zorlu bir ekonomik darboğazdadır. Bu, vekâlet savaşlarının sonu ve Suudi Arabistan ile İran’ın yakınlaşması için yeni bir dönem anlamına gelmemektedir. Yakınlaşmaya doğru ilerleyen bu yavaş hareket kırılabilir. Elbette İran da intihar etmediğini göstermiştir (çekişmeli bir yaklaşımı olmadığını).

Sonuç olarak, ABD’nin bölgedeki varlığı ve yokluğu arasında ayrım yapma eğilimi bir hatadır. Bunun ikisi de yanlıştır. Aslında ABD, Orta Doğu’da önemli yetenekleri korumaktadır ve bölgesel istikrara yönelik tehditleri önlemek için bunu yapmaya devam edecektir. Bu yolun devamında ABD’nin ortamı değiştirmek için savaşması ya da kendini bölgesel konularla meşgul etmesi pek olası değildir. Bölgedeki mevcut önemli eğilimler, tüm tarafların beklentilerini azalttığını göstermektedir.

Kaynak: THE HILL

Tercüme: Amerikagozlemi.com

Popüler Yazılar