Cuma, Mart 29, 2024

Son Haberler

İlgili Yazılar

Rüşvet Yoluyla Normalleşme

2020 yılı, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın yoğun çabaları vesilesiyle İsrail ile Arap ülkeleri arasında başlayan normalleşme süreçlerine tanıklık etti. Normalleşme dalgasına son katılan ülke ise Fas oldu. Rabat yönetiminin Tel Aviv ile olan münasebetlerini normalleştirme yönünde karar alması ise üçte ikisi Fas işgali altında olan Batı Sahra’nın konumunu akıllara getirmektedir. Bu gelişmede akıllara gelen soru “İsrail-Fas normalleşmesinin rüşveti Batı Sahra mı?” oldu.

Öncelikle Batı Sahra bölgesi, II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde self-determinasyon hakkını kullanması gerektiği halde, self-determinasyon ilkesinin işletilemediği tek Afrika bölgesi olarak dikkat çekiyor. Bu nedenle ilk olarak sürecin tarihi geçmişine değinilmesi konunun anlaşılması için faydalı olacaktır.

Tarihsel olarak Batı Sahra Sorunu, İspanyol sömürgeciliğinden miras kalan bir sorun olarak dikkat çekmektedir. Bölge, Birleşmiş Milletler’in (BM) kuruluşunun hemen sonrasında sömürgeciliğin tasfiye edilmesi gereken alanlardan biri olarak ön plana çıkmış ve söz konusu dönemde bir uluslararası hukuk normu haline gelen self-determinasyon hakkının Sahravi halk tarafından da kullanılması öngörülmüştür. Ancak İspanyol sömürgeciliğinin tasfiyesi, Batı Sahra halkının self-determinasyon hakkını kullanmasına yetmemiştir. İspanyol sömürgeciliğinin sona ermesine mukabil, bahsi geçen bölgede Fas ve Moritanya’nın toprak talepleri başlamıştır. Ancak bölge halkında bağımsızlıkçı bir damarı da bulunmaktadır. Bu nedenle de Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti kurulmuş ve Polisaro Cephesi de bölgenin bağımsız bir devlet olarak tanıtılması için mücadele etmiş ve etmeye devam etmektedir.

Güncel durumda Batı Sahra bölgesinin üçte ikisi Fas’ın işgali altındadır. Üçte birini ise Polisario Cephesi kontrol etmektedir. Polisario Cephesi’nin kontrolü altındaki alana “Hür Bölge” de denilmektedir. Bu durumdan da anlaşılacağı üzere, Batı Sahra Sorunu, Fas ile Polisario Cephesi arasındaki bir sorun olarak dikkat çekmektedir. Belirtmek gerekir ki; uluslararası hukuk normları, BM kararları, Uluslararası Adalet Divanı kararı ve bölgesel örgütlerin eğilimleri bölge halkının kendi geleceğini tayin edebilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Dolayısıyla Batı Sahra’nın Fas yönetimi altındaki alanı, Fas’ın haksız işgali altında olduğu söylenebilir.

Tarafların argümanlarına bakıldığında ise self-determinasyonun kullanılış şekline dair iki farklı yaklaşım öne çıkıyor ve iki taraf da uluslararası hukuk normu olarak self-determinasyon hakkının kullanılması gerektiğini inkar etmiyor. Ancak Rabat, self-determinasyonun içsel bir nitelik taşımasından yanayken; Polisario Cephesi ise self-determinasyon hakkının sınırlandırılamayacağını düşünüyor. Yani Polisario Cephesi, self-determinasyon hakkının kullanılacağı bir referandum yapılacaksa, burada bağımsızlık seçeneğinin de yer alması ve dışsal boyutun da seçmene sunulması gerektiğini dillendiriyor. Fas’ın haksız işgaliyle düşünüldüğünde Polisario Cephesi’nin talebinin uluslararası hukuk kapsamında haklı bir talep olduğu söylenmelidir.

Buna rağmen Rabat, çeşitli anayasa reformları yapmak suretiyle Batı Sahra’da özerklikle sınırlı bir süreci savunuyor. Fas’ın uluslararası hukuk nezdinde haksız olmasına rağmen bölgedeki işgali sürdürmesi ise büyük devletlerin soruna olan yaklaşımıyla bağlantılıdır. Kuzey Afrika’nın geleneksel sömürgecisi olan Fransa, bölgede küçük devletleri istikrarsızlık kaynağı olarak gördüğü için Fas’ın işgaline zımni destek sağlamaktadır. ABD ise Polisario Cephesi’nin kuruluşundaki sosyalist değerleri tehdit olarak görmektedir. Ayrıca Sahraviler arasında yaygınlaşan İslamcı hareketlerin radikalleşme riskini de barındırdığını düşünmektedir. Bu yüzden de Fas, uluslararası hukuku bertaraf edecek içsel self-determinasyon gibi hakları dayatmaya çalışmaktadır. Zira uluslararası hukukta haksız olsa da uluslararası toplum tarafından baskı görmeyeceğini biliyor. Bu yüzden de BM’nin çeşitli kararlarına rağmen taraflar arasında ateşkes imzalanan 1990’lı yılların başından beri self-determinasyon hakkının kullanımı işletilememiştir. Son gelişmeler ise ABD ve İsrail tarafından Batı Sahra’nın Fas’a bir rüşvet gibi sunulduğuna işaret etmektedir.

İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme süreçlerinin gündeme geldiği 2018 senesinde ABD Dışişleri Bakanlığı, Fas’ın dışsal self-determinasyon seçeneğine kapalı olmakla birlikte, Polisario Cephesi’ne demokratikleşme hususunda tavizler verebileceğini dile getirmişti. Bu da ABD’nin Fas’ın tezlerine konumlandığının bir göstergesiydi. 2020 yılının Aralık ayında yaşanan Fas-İsrail normalleşme süreci ise Washington’dan daha ileri açıklamalar gelmesine neden oldu. Aralık 2020’de Trump, Batı Sahra’daki Fas egemenliğini tanıdığını açıkladı. Bu açıklama Polisario Cephesi ve onun hamisi olan Cezayir’in tepkisini çekmişse de Batı Sahra’nın normalleşme sürecinin rüşveti olarak sunulacağının açık olarak gösterdi.

Neticede dünya tarihinde sömürgeciliğin tasfiyesinin büyük kısmı tamamlansa da bu dönemden miras kalan Batı Sahra Sorunu henüz çözülememiştir. Konjonktürde meydana gelen gelişmeler ise Batı Sahra’daki Fas egemenliğinin pekişeceğini göstermektedir. Bununla birlikte Washington’un yaklaşımını Polisario Cephesi’nin kabul etmeyeceği de açıktır. Dolayısıyla 2020 yılının Aralık ayında ateşkesin ihlaline sebebiyet veren çatışmaların ilerleyen dönemde çok daha sert bir biçimde yaşanması söz konusu olabilir. Ayrıca Polisario Cephesi’nin İran ile olan ilişkilerine dair iddialar karşısında Rabat’ın İsrail ile yakınlaşması söz konusu rüşvetin en önemli kanıtı olmakla beraber bölgesel bir güç mücadelesi bölgedeki çatışmaların dozunu önemli ölçüde arttıracaktır. Bir başka deyişle bir yandan ABD ve İsrail bir rüşvet olarak Batı Sahra’yı Fas’a altın tepside sunmakta; diğer yandan da bu rüşvetin yaratacağı tepkisellik bölgede yeni çatışmalara zemin hazırlamaktadır.

//Politika/Alper Vural

Popüler Yazılar