Cuma, Nisan 19, 2024

Son Haberler

İlgili Yazılar

NATO, ABD’nin Truva Atıdır! / Hazım Koral

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, (NATO İngilizce açılımı: North Atlantic Treaty Organization)

4 Nisan 1949’da 12 ülke tarafından imzalanan bir kolektif askerî oluşumdur.

Bu ittifaka daha sonra 18 ülke katılmış ve bugün üye sayısı 30’dur. Ukrayna ve Gürcistan bu ittifaka katılmak için sıra beklemektedir. Her ne kadar komünizm tehlikesine karşı kurulduğuiddia edilse de bu yapı aslında ABD’nin emperyalist emellerine hizmet için kurulmuştur. NATO ABD’nin patronajlığında kurulmuş bir askerî ve siyasî yapı olması hasebiyle hizmet ve yapılanmasını da ABD’nin çizeceği yol haritasına göre sürdürmesine şaşırmamak gerekir. Bunun sadece böyle bir organizasyon olduğu bilinmeli. Şu bir gerçek ki ABD, NATO sayesinde başta Avrupa ülkeleri olmak üzere nüfus kapsamına aldığı ve inisiyatif oluşturduğu her ülkeye giriş yapıp yerleşmiş bulunmaktadır.

Bu yüzden NATO için “ABD’nin Truva atı” ifadesini kullanmaktayız. Gerçi ülke olarak biz NATO’ya girmeden önce ABD ile “ağa-ırgat” ilişkisine girmiştik. 1947 yılında henüz NATO kurulmamıştı ama biz ABD ile göbek bağı oluşturmaya başlamıştık. İkili ilişkiler 1947 yılında İsmet İnönü cumhurbaşkanı, Şükrü Saracoğlu başbakan iken başlamıştı. Yine o dönemde ABD’nin Avrupa ülkelerini ve Türkiye’yi tahakküm altına alma plânı Marshall Yardımı adı altında devreye sokuldu. Bütün bunlar NATO için altyapı çalışmalarıydı. 1949’da ise SSCB tehdidi bahane edilerek  NATO’yu kurdular ancak maksat başkaydı. Elbette o dönemde Doğu Avrupa ülkeleri için komünizm bir tehlikeydi ve nitekim birçok Doğu Avrupa ülkesi komünizmin tahakkümü altına girmişti. “Çakal dumanlı havayı sever” kabilinden ABD bu durumu fırsata dönüştürüp yedeğine aldığı Avrupa ülkeleri ile NATO’yu kurdu. İkili ilişkilerde Türkiye’ye de aynı tehlikeden söz edildi. Dönemin Batı öykünmecisi siyasîleri bu işe teşne olarak hemen NATO’ya girmek için kolları sıvadılar. Allah Teâlâ Maide Sûresi’nin 51’nci ayetinde “Yahudi ve Hristiyanları kendinize veli edinmeyin, onlara velayet yetkisi vermeyin” diye buyuruyor ama dinleyen kim? “Siz kendinizi hak ile tahkim etmezseniz, batıl sizi istilâ eder” özlü sözde geçtiği üzere biz İslâm ümmeti olarak hak ekseninde bir toplumsal doku oluşturmadığımız için batıl bize tasallut etmiş ve batılın buyruklarına ram olmuşuz. Eşyanın tabiatı boşluk kabul etmez. İslâm ümmeti 57 ulus devlete bölünmüş olmakla her bir parça kolay yutulur lokma hâline gelmiş. Biz Amerika Birleşik Devletleri’ne kızmaya hakkımız yok. O açıklardan ve boşluklardan, daha doğrusu zaaflarımızdan yararlanarak bize tasallut etmiş.

ABD hemen yanıbaşındaki Küba ve Venezuela gibi Güney Amerika ülkelerine girmeye muvaffak olamamış ama 13 bin kilometre öteden gelip bizi ele geçirmiş.

Bakınız çok açık bir şekilde ifade etmiş olalım ki, askerimiz muharrib güç olarak kendilerini kanıtlaması ve ABD çıkarları adına ölmesi için Kore’de savaşmamız önerildi. Kabul ettik ve sonrasında lütfedip bizi NATO’ya aldılar. Aslında, “bizi NATO’ya aldılar” sözü son derece algı operasyonu amaçlı ve manipülasyon içeriklidir. Zira bizi NATO’ya almadılar, biz NATO’ya girmedik. Sınır kapılarımızı ardına kadar açmakla NATO ve dolayısıyla ABD’nin işgaline uğradık. Kısacası dönemin hükümeti gönüllü olarak Anadolu topraklarını NATO ve ABD’ye peşkeş çekti. O dönemde İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş ve hem askerî hem sanayi alanında kendi kendine yeterli hâle gelme yolunda ilerleyen bir ülke iken NATO ve ABD hegemonyasına girerek bütün yatırımlarımız akamete uğratılmış ve büyük şeytan ABD’ye bağımlı hâle getirilmiş olduk. Askerî araç-gereç (cemse, tank, uçak) ve mühimmatımızı üretmekten vazgeçirildik ve ABD’den (İkinci Dünya Savaşı’ndan artakalan ve hurdaya ayrılması gereken malzemeleri) satın almaya başladık. Siyasî iradenin zillet içerisindeki teslimiyetçi mantığı bizi adeta müstemleke ülkesine dönüştürmüştü. Bu Türkiye için çok kötü bir deneyim olmuştu.

Düşünebiliyor musunuz, 1949 yılında yapılan “Fulbrigt Anlaşması ile eğitim sistemimiz ve ders müfredatımız ABD’ye teslim edilmişti. Elbette bu teslimiyetin iki yıl önceden ödenen bedeli vardı. O da Marshall Yardımı idi. “Yardım alan buyruk alır” özlü sözü bu mecrada tahakkuk ediyordu.

Öte yandan, 1964 ve 1967 yıllarında Kıbrıs’ta Rum eşkiya çetesi ONASİS din kardeşlerimize ve soydaşlarımıza yönelik katliam yapıyor fakat biz ise NATO ve ABD’den dolayı bu feryada koşamıyoruz. Askerî erkân toplanıp yardım için karar almıştı almasına ancak bu girişimimize bizzat ABD başkanı Johnson müdahale etmişti. Meşhur Johnson Mektubu’nu hatırlayalım! Amerika Birleşik Devletleri başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye’nin Kıbrıslı soydaşlarımıza yardım etmesini önlemek amacıyla dönemin  başbakanı İsmet İnönü’ye (5 Haziran 1964 tarihinde) gönderilen ültimatom nitelikli mektuptu. Mektup çok sert, kaba ve tehdit içerikli bir üslupla yazılmış ve küçük düşürücü ifadelere yer verilmiş olduğundan dolayı  kamuoyumuzdan iki yıl gizlenmişti. (Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a küstahça ve alçakça attığı Twitter’leri düşünün. Geçmişte de küstah ve alçaktılar bugün de küstah ve alçaklar.)

Kısacası o dönemde NATO ve ABD hegemonyası altında olan Türkiye, bu mektup karşısında siyasî bir irade göstermemiş ve Batı bloğunun, özellikle de blok lideri ABD’nin tahakkümüne  maruz kalmıştı. Ne yazık ki o dönemde Türkiye’de bağımsız politikalar geliştirilememiş ve siyasîlerin iradesizliği ile zillet tercih edilmişti. 1974 yılına geldiğimizde ise yavru vatan Kıbrıs’ta geçmişte yaşanan katliamların bir benzeri vuku bulunca dönemin başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan Ecevit’in itirazlarına ve İngiltere’den medet ummasına rağmen Kıbrıs’a çıkarma yapmaya muvaffak olmuştu. Üstelik bunu ABD’nin 6. Filo tehditlerine rağmen yapmıştı. Ecevit İngiltere’yi Kıbrıs üzerinde garantör devlet olarak gördüğü için diplomasi ve müzakere yolu ile barış hâsıl olsun istiyordu. Oysa böyle bir şeyin olması mümkün değildi.

Bir katil için diğer bir katilden medet ummaktır bu..

Erbakan’ın feraset ve iradesi Kıbrıs meselesini çözmeye yetmişti. Din kardeşlerimiz Kıbrıs’ta toplu katliama maruz kalıyor NATO’nun gıkı çıkmıyordu. ABD ise tehditler savurarak, “bizim verdiğimiz silahlarla adaya çıkamazsınız” diyordu. Kim dost? Kim müttefik? Bu melunlardan ancak bu beklenir.

Adaya çıkarma yapıldıktan sonra melun ABD bize ambargo uygulamaya başladı. Başladı da ne oldu? Merhum Erbakan bir dirayet örneği daha göstererek 25 Temmuz 1975 tarihinde bakanlar kurulunda karar aldırarak bütün ABD üslerine el koydu ve ABD’nin askerî personeli tasını tarağını toplayıp ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Fakat Kenan Evren 12 Eylül ihtilâlinden iki ay sonra 18 Kasım tarihinde ABD’ye kapılarımızı ardına kadar açtı. Hatırlayalım, Erbakan’ın 6 Eylül 1980 tarihinde Konya’da “Büyük Kudüs Mitingi”ni yapmasından 6 gün sonra ABD bizzat düğmeye basarak “kendi çocuklarına” askerî müdahaleyi yaptırmıştı.. “Bizim çocuklar başardı” (our boys did it) demişlerdi..

Zaten öteden beri Türkiye’de vuku bulan darbeleri perde arkasındanhep ABD organize etmişti. Kamuoyumuzun bildiği ve bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun beyanı üzere 15 Temmuz darbe girişiminin ardında da ABD vardı…

En son gelinen nokta itibariyle ABD, 50 bin TIR dolusu silahı gözlerimizin içine bakarak terör örgütlerine vermesi bizimle asla müttefik olmadığını tescil etmiş bulunmaktadır. ABD ile ikili işikiler geliştirdiğimiz tarihten bu yana hep bu kalleş muamelelere maruz kaldık. Fakat ABD’nin baştan beri NATO üzerinden entrikalarını sürdürmesi oldukça manidardır.

Zaten kendi patronajlığında bulundurduğu NATO üslerini de bu amaçla kullanmaktadır. Üzücü olan hâlâ bu topraklarda ABD ve NATO sevicilerinin varlığıdır. Üstelik bunların muhafazakâr diye bilinen kesimin içerisinde oldukça büyük bir yekûn tutması ayrı bir kahır örneğidir. Kısacası bu durum bizleri ziyadesiyle üzmektedir. Oysa NATO’ya kapılarımızı açmakla birlikte ABD’nin müstemlekesi olmuştuk. Bu ise zilletten başka bir şey değildir.

Bu durum NATO’nun girdiği bütün ülkeler için geçerli. Bu yüzden başlığımızda ifade ettiğimiz gibi NATO ABD’nin “Trova Atı”dır. Aslında bu durum bilinen bir gerçek. Korsan, gemi soygunu için yanına çömez eşkiyaları da katıyor ki kendisine payandalık yapılsın diye.. Soygun gerçekleştiğinde parsayı o topluyor. Veya gemi ele geçirildiğinde gemiye o çöküyor. Kendisine payandalık yapanların ise önüne ulufe atıyor. Yani “Hepimiz birimiz için birimiz hepimiz için” değil hepimiz ABD için hizmet verelim isteniyor.

Bakınız bugün Afganistan’da bulunmamız ve Kabil havalimanının güvenliği bizim uhdemize verilmiş olması aslında ABD şirketlerinin kargo ve nakliye güvenliği içindir. ABD, Afganistan’da oldukça zayiat verdiğinden dolayı askerini çekme kararı aldı. Fakat ABD Afganistan’ı terk etmiyor, oradaki varlığını korumak için “Türk Mehmet nöbete” diyor. Hatta ABD’li subay ve askerlerin bir yerden diğer yere nakledilmesi söz konusu olduğunda “Taliban saldırmaz” düşüncesiyle araçlara Türk bayrağı asılıyor. Fakat son dakika olarak şunu da aktarmış olalım ki, Taliban Sözcüsü Zebihullah Mücahid, “Türkiye de dahil olmak üzere NATO kamsamındaki bütün askerî unsurlar düşmanımızdır ve saldırılarımızın hedefinde olacaklardır. NATO üyesi olması hasebiyle Türkiye ile ABD arasında hiçbir fark görmüyoruz” ifadesini kullandı. Şu hâlde dememiz gereken o ki: “Kore’de ABD için ölen askerlerimiz yine aynı amaçla Afganistan’da ölmesin…

Sonuç itibariyle, biz İslâm ümmeti olarak kendi savunma gücümüzü oluşturmak ve İslâm Birliği’ni tesis etmek zorundayız. Biz bunu yaparsak İslâm coğrafyası bünyesinde vuku bulacak olumsuzluklar yine bizim barış gücümüzle bertaraf edilecektir. Şunu bilmiş olalım ki, “İslâm Birliği” bizim için imânî bir vecibedir.

Kaynak:7SABAH

Popüler Yazılar