Perşembe, Nisan 25, 2024

Son Haberler

İlgili Yazılar

Emperyalist yaptırımlar, beklenticilik ve antiemperyalizm! / Yusuf Karataş

Geçen hafta en çok, AB’nin 10-11 Aralık zirvesinde ve ABD’nin 2021 savunma bütçesinde Türkiye’ye yönelik yaptırım kararlarının çıkıp çıkmayacağını ya da hangi yaptırım kararlarının çıkacağını tartıştık.

AB’nin liderler zirvesinden Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleriyle bağlantılı kişi ve kuruluşlarına yönelik yaptırım listesinin genişletilmesi kararı çıktı. Görüldüğü kadarıyla Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın daha ağır yaptırım ve silah ambargosu kararlarının alınması için yaratmaya çalıştıkları baskı yine Almanya’nın dengeleyici tutumu nedeniyle kabul görmedi. Ancak zirvede Türkiye’deki iktidarın üzerindeki baskıyı artırmak amacıyla Doğu Akdeniz’deki tutumun değişmemesi halinde 2021 martında yaptırımların ağırlaştırılması yönünde bir karar da alındı.

NATO üyesi Türkiye’nin askeri olarak ABD ve NATO’nun en büyük rakibi olarak görülen Rusya’dan S-400 savunma sistemini alması, uzunca bir süredir ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde kriz yaratan önemli konulardan biri durumundaydı. ABD 2021 savunma bütçesinde Türkiye’nin S-400’leri alması ABD Hasımlarına Yaptırım Yoluyla Müdahale Yasası (CAATSA) kapsamına alınarak Türkiye’ye yaptırım kararı çıktı. ABD Senatosunun onayladığı karar, yakında koltuğunu Biden’a devredecek olan Trump’ın masasında bekliyor. Karara göre ABD’nin Türkiye’ye CAATSA kapsamındaki 12 yaptırımdan en az 5’ini uygulaması gerekiyor. Ancak beklenti, imzalaması halinde Trump’ın yaptırımların en hafif 5 maddesini uygulayacağı yönünde.

AB ve ABD’nin yaptırım kararlarına bakıldığında, batılı emperyalistlerin Erdoğan iktidarını tamamen karşılarına almak yerine onu ekonomik, siyasi ve askeri olarak kendi eksenlerine bağlamak için baskı uygulama ya da uyguladıkları baskıyı artırma tutumu içinde oldukları görülüyor. Hatırlanırsa bu yaptırım kararlarından önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Geleceğimizi Avrupa ile birlikte tasavvur ediyoruz” ve “ABD ile uzun ve yakın müttefiklik ilişkisini aktif olarak kullanma arzusundayız” diyerek batılı emperyalistlerle iş birliğine hazır olduğu mesajını vermişti. Batılı emperyalistler de bu kademeli ve görece hafif yaptırım kararları ile Erdoğan iktidarının bu açıklamalarının gereğini yapıp yapmayacağını görüp ona göre tutum belirleyecekleri mesajını veriyorlar.

Burjuva muhalefet açıktan ifade etmese de batılı emperyalistlerin Erdoğan iktidarına daha ağır yaptırım kararları almasını bekliyordu. Çünkü bu yaptırımların Erdoğan iktidarını daha fazla köşeye sıkıştıracağını, dolayısıyla kendilerinin daha güçlü bir iktidar alternatifi olarak öne çıkmalarına hizmet edeceğini umuyorlar. Özellikle ABD’nin ocak ayında göreve başlayacak olan Yeni Başkanı Biden’ın daha önce Erdoğan iktidarına karşı kullandığı sert söylemler bu yöndeki beklentiyi artırmış durumda.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidarın küçük ortağı Bahçeli, burjuva muhalefetin bu tutumunu, her fırsatta “Bakın bunlar dış güçlerden medet umuyorlar”, “Bunlar yerli ve milli iktidarımıza karşı dış güçlerle iş birliği içindeler” gibi söylemler üzerinden kendilerini antiemperyalist olarak göstermek için fırsata dönüştürüyorlar. Oysa nasıl burjuva muhalefet batılı emperyalistlere kendini daha güçlü bir seçenek olarak sunmak istiyorsa Erdoğan iktidarı da yukarıda belirttiğimiz gibi batılı emperyalistlere daha fazla iş birliği için hazır olduğu mesajını veriyor.

Yani burjuva muhalefet batılı emperyalistlere “Biz daha uygun bir seçeneğiz” diyor, Erdoğan iktidarı da “Benden vazgeçmeyin” diyor; ama bu politikasını burjuva muhalefete vurarak antiemperyalizm olarak yutturmaya çalışıyor.

Türkiye, bağımlı bir kapitalist ülke ve AKP-Erdoğan’ın başa geçtiği 2002’den bugüne geçen süreç, ülke tarihinin emperyalist tekellerle bağımlılık ilişkilerinin en fazla geliştiği dönemi oldu, oluyor. Özelleştirmenin ekonominin neoliberal dönüşümünün önemli araçlarından biri olduğu düşünüldüğünde, toplam 70.3 milyar dolarlık özelleştirmenin 62.1 milyar dolarlık kısmının AKP-Erdoğan iktidarı döneminde gerçekleşmesi bu bakımdan yeterince açıklayıcıdır. 2019 verilerine göre 749 milyar dolar olan gayrisafi milli hasılanın 380 milyar dolarını dış ticaret oluşturuyor. Bu dış ticaretin (ithalat-ihracat) yaklaşık yarısından fazlasını AB ve ABD ile yapılan ticaret oluşturuyor. Başka bir deyişle Türkiye ekonomisi sıcak para girişi ve yatırımlar konusunda büyük oranda batılı emperyalistlere bağımlı durumda bulunuyor. Öte yandan 2019 verilerine göre; Türkiye’nin en fazla ithalat yaptığı ülkeler olarak 22.5 milyar dolarla Rusya ve 18.5 milyar dolarla Çin’in öne çıkması, hem bu emperyalist güçlerin neden Türkiye’yi batılı emperyalistlerden koparmaya çalıştıklarını hem de batılı emperyalistlerin kendi eksenlerine daha fazla bağlamak için Erdoğan iktidarına neden baskı kurmaya çalıştıklarını açıklıyor.

Özetle Türkiye, emperyalist-kapitalist tekeller için büyük bir pazar, önemli bir enerji geçiş ülkesi ve Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki paylaşım mücadelesi için stratejik öneme sahip bir ülkedir. Tek adam iktidarı, Türkiye’nin bu pozisyonunu, bölgede paylaşım mücadelesi yürüten emperyalistler arasındaki çelişkilerden de yaralanarak temsilcisi olduğu iş birlikçi burjuvazinin çıkarları temelinde bir avantaja dönüştürmeye çalıştı. Ancak bu politikanın antiemperyalizmle alakası olmadığı gibi, Türkiye’nin bağımlılık ilişkisi içinde olduğu emperyalistlerin bu bağımlılık ilişkilerini derinleştirmek üzere daha fazla baskı ve yaptırım uygulamasına yol açıyor.

Sonuç olarak ülkedeki tekelci burjuvazinin çıkarları ve yayılmacı emelleri doğrultusunda kah şu emperyaliste kah bu emperyaliste yamanmaya çalışmanın ve sıkışınca da batılı emperyalistlere “İş birliğine hazırız” mesajı vermenin antiemperyalizmle alakası yoktur.  Aksine bu politikanın ülkeyi getirdiği yer, emperyalistlere daha fazla bağımlılıktan; emperyalistlerin ülkeye ekonomik, siyasi ve askeri olarak müdahale zeminini artırmaktan başka bir yer değildir.

Gerçek anlamda antiemperyalizm, emperyalistlerle her türlü bağımlılık ilişkisine son verecek bir politika izlemeyi gerektirir. Somutlamak gerekirse; askeri anlamda ülkedeki askeri üslerin kapatılarak NATO’dan çıkılması, ekonomik olarak başta AB ile Gümrük Birliği olmak üzere emperyalist ülke ve tekellere tanınan ayrıcalıklara son verilmesi, emperyalist devlet ve tekellerle yapılan bütün ikili anlaşmaların iptal edilmesi ve siyasi olarak da emperyalistlerin bölgedeki işgal ve yağmasına karşı tutum alınması, demokratik bir temelde bölge halkları ile barışçıl bir politikanın izlenmesi vb. adımlar atılması gerekir.

Erdoğan iktidarı değil bu adımları atmayı, NATO’da daha etkin bir rol üstlenmek, emperyalistlerden daha fazla silah almak, bölgedeki emperyalist paylaşım mücadelesine daha aktif katılmak ve emperyalist tekellere daha fazla ayrıcalıklar sağlayacak “reform”lar düzenlemek peşinde koşmaktadır.

Buna rağmen kendini nasıl antiemperyalist gösterebildiği sorusunun yanıtı, burjuva muhalefetin halktan kopuk ve batılı emperyalistlere umut bağlayan ve milliyetçilik üzerinden iktidara yedeklenmekten kurtulamayan politikalarında yatmaktadır.

Gerçek anlamda bir antiemperyalizm, ancak işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesi üzerinden ve onların çıkarlarını savunacak bir halk iktidarının kurulmasıyla sağlanabilir. Tekelci burjuvazinin şu ya da bu blok ya da ittifakının antiemperyalist söylemler kullanması ancak halk kitlelerini aldatmaya ve onların talep ve beklentilerini istismar etmeye çalışmaktan öte bir anlam taşımaz. O yüzden son günlerde AB ve ABD yaptırımları üzerinden tek adam iktidarı ve burjuva muhalefet arasında süren tartışmalar, emperyalizme ve iş birlikçi tekelci burjuva blok/ittifaklar karşısında halk güçlerinin devrimci demokratik seçeneğini yaratma ihtiyacını daha açık biçimde hissettiriyor.

Yusuf Karataş/Evrensel

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar