ABD’nin 20 yıldır işgal ettiği Afganistan’dan kaçar adımlarla çekilmesini Vietnam’a eşdeğer yenilgi olarak görmek belki bir Küba purosu yakmak kadar keyifli gelebilir. Hezimetin hakikiliğinden şüphe yok lakin bu yenilgi ötekilerin hanesinde bir zafer sayılır mı? ABD’nin diş bilediği İran, Rusya ve Çin gibi aktörlerin tecrübeleri, büyük şeytanın dereden geçerken at değiştirme lüksünün olduğunu hatırlatmaya kâfidir.
ABD Şubat 2020’de Doha’da Afgan hükümetinin dahil olmadığı ikili bir anlaşmayla Taliban’la el sıkıştığında yaptığı hem 20 yıldır savaştığı örgütü meşrulaştırmak hem de iktidara dönmesinin önünden çekilmekti. Yaşananlar bir tür devir teslimi andırıyor. ABD’nin Kuveyt’ten bombardıman uçaklarını kaldırarak kısmi müdahalelerde bulunması sonucu etkilemiyor. Taliban kırsalda iki-üç ay içinde kurduğu sarsıcı hakimiyeti son günlerde 6 vilayet merkezini düşürerek genişletti. Kabil’e dayanmaları uzun sürmeyebilir. Irak’tan sonra Afganistan deneyimi de işgalci güçlerin eğitip donattığı orduların ordu olmadığı kanıtladı. Hükümet güçleri sayısal olarak kendisinden 5-6 kat daha az savaşçı ve silaha sahip Taliban karşısında kum gibi dağılıyor.
ABD çekilme tarzıyla Afganistan’ı Taliban’a bırakırken bölge ülkelerinin kucağına da mayın yığıyor. Bu kaçışı olmayan bir tuzak mı yoksa fırsata dönüştürülebilecek bir zorluk mu?
Rusya, Çin ve İran, olacakların farkında. Üçü de hızlıca Taliban’ın önünü kesmeye değil geleceği satın almaya koyuldu. Taliban, Moskova’ya Rusya ve Orta Asya’daki müttefiklerinin güvenliğini tehlikeye atmayacağı; Çin’e Doğu Türkistan İslam Partisi’nin Afganistan topraklarını kullanmasına izin vermeyeceği; İran’a iyi komşuluk ilişkilerinin süreceği taahhüdünde bulundu. İran için kırmızıçizgi sınır güvenliği, kontrolsüz göç ve daha önce katledilen Şii Hazaraların selameti. Hindistan’a da “Keşmir sizin iç meseleniz” diye mesaj gönderdi. Ortaya çıkışını Pakistan’a borçlu bir örgüt için ezber bozucu.
Bu diyalog sürecinde Taliban’ın tehditkâr mesajlar verdiği tek ülke Kabil’de havaalanı işletme sevdasına kapılan Türkiye oldu. Taahhütler ülkenin iç savaşa sürüklenip komşuları krizin içine çekeceği senaryosunu biraz soğutabilir ama açıkçası Afganistan’ı bir gül bahçesi beklemiyor. Bölge ülkeleri Taliban’ın 1996-2000 tecrübesinden sonra değişmiş olma ihtimaline bel bağlıyor. Teste muhtaç bir iyimserlik.
***
Amerikan çekilmesi birden fazla. Biden yönetimi 31 Ağustos’a kadar Afganistan’dan çekilme hedefini koyduktan sonra Irak’tan muharip güçleri çekmek için de 31 Aralık takvimini belirledi. Irak’tan çekilecek koalisyon güçlerinin ilk postası Kuveyt’e geçti bile. Çok geçmeden çekilme tartışmasının Suriye’yi de içine alması şaşırtıcı olmaz. Bu çekilme alanları da İran’ı çok yakından ilgilendiriyor. İran’ın beslediği “direniş ekseni” Amerikan çekilmesini Orta Doğu planlarındaki başarısızlığı olarak görüyor. Bu başarısızlık ABD’nin bölgeden el çektiği ya da çekeceği anlamına gelmiyor. Gözardı edilen nokta Amerikan çekilmesine nasıl bir yeniden konuşlanmanın eşlik ettiğidir.
Amerikan müdahaleciliği demokrasi ve insan hakları gibi yüksek değerlere bezenmiş haliyle sürerken bir hesaplaşma stratejisinin yokluğundan söz edilemez. Bu çekilme ABD’nin Rusya ve Çin’le başka bir kulvarda, İran’la daha başka bir düzlemde hesaplaşma planlarını asla geriletmiyor. İran’ın durumu Viyana’da donan nükleer pazarlıklardan Irak, Yemen, Suriye, Lübnan ve Filistin’e kadar genişleyen alanlardaki gerilimlerden dolayı çok farklı. Her kriz alanı da birbirinin ayak izlerine bakıyor.
Elbette ABD’yi zorlayan yerel koşullar önemsiz değil. ABD için Afganistan’ın bütçe kemiren bir geleceksizlik olduğu, Irak’ın artık güvenli üsler sunmadığı, Suriye’nin sürdürülebilir bir oyun olmadığı, Yemen’in çoktan bölgesel müttefikler için bataklığa dönüştüğü, Lübnan’da Körfez-Batı kampının dayatmalarının sonuç vermediği, Filistin’de İsrail’in mutlak güvenlik efsanesinin yıkıldığı ve İran’ın azami baskı stratejisiyle dize getirilemediği ortada.
Irak’ta Haşd el Şaabi gruplarının Irak’ı ABD açısından güvensiz kılması; Hizbullah’ın İsrail’e “Vurursan vururuz” diyerek 2006’dan beri fiilen var olan angajman kurallarını hatırlatması; Filistinli grupların oyunun kurallarını değiştirecek ateş gücüne ulaşması; Yemen’de Husilerin Suudileri başlattığı savaşa pişman etmeleri yeni denklemi anlatan unsurlar.
Bu çevresel koşullar üzerinden İran, İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanlığında ABD ile kozlarını paylaşacak. İran’daki nizamın temel unsurları Reisi ile birlikte radikal muhafazakâr bütünlüğü tamamlarken bu yüzleşmenin sert zeminde olacağı çok aşikâr. Son yazımda İran’ın stratejik sabır siyasetini İsrail’in petrol gemilerine ve nükleer tesislere yönelik sabotajlarına yanıt vermeye başlayarak terk ettiğini yazmıştım. Bunun yanı sıra direniş ekseni ‘birleşik cepheler’ kurgusuyla pozisyonunu tahkim ediyor. İran ve İsrail arasında adı konulmamış bir deniz savaşının yarattığı gerilim ABD ve Britanya’yı içine çekerek tırmanırken geçen hafta İsrail ile Hizbullah arasındaki ‘gürültülü’ mesajlaşma ‘birleşik cepheler’ önermesine biraz daha ciddiyet kattı. Önce Lübnan’dan İsrail’e faali meçhul üç roket atıldı. İsrail, Lübnan’a misilleme yaptı. Ama boş arazileri vurdu. Hizbullah da misillemesini can acıtmayacak hedefleri seçerek gerçekleştirdi. İsrail altta kalmamak için ikinci misillemeyi kendi işgali altındaki bölgenin tepelerini vurarak yaptı. Bu bir tiyatroyu andırsa da Hizbullah’ın koyduğu angajman kurallarının teyidiydi:
“Hiçbir saldırı karşılıksız bırakılmayacak.”
Reisi ile ilgili öngörüler tırmanış senaryosunu satın alıyor. Reformcu ara yüzler devreden çıkıyor ve Tahran’ın bölge siyaseti daha çıplak hale geliyor. Reisi’nin 5 Ağustos’taki yemin törenindeki katılımcı profili de az çok fikir veriyordu. Avrupa’dan tek temsilci Enrique Mora idi. AB’yi Viyana’daki nükleer müzakerelerde temsil eden yetkili. İkinci sıradaydı. Ön sırada oturanlar Lübnan’dan Hizbullah, Filistin’den Hamas, İslami Cihad ve FHKC-GK, Irak’tan Haşd el Şaabi ve Yemen’den Husilerin örgütü Ensarullah’ın temsilcileri oturuyordu. Reisi direniş ekseninin liderleriyle tek tek görüşüp taahhütleşti.
Afganistan İran’ın başına ciddi sıkıntılar açacak boyutlar kazanmazsa öteki hesaplaşma alanlarındaki direncini daha kolay muhafaza edebilir. Bu durum ABD’yi daha az mesaiyle idare etmek istediği Orta Doğu’daki eski oyuna tam döndürebilir. Buna gizli dümenlerin efendisi Britanya da eşlik edebilir. Ki İngilizler Brexit sonrası imparatorluk döneminin el kitabıyla uluslararası rolünü büyütmeye çalışıyor. İşe Yemen dosyasına el atarak başlamış gözüküyorlar. Bu hesaplaşmada değişmeyen şey; ABD zaferiyle de hezimetiyle de bedel ödettirebilen bir güç.(DuvaR)