Perşembe, Nisan 25, 2024

Son Haberler

İlgili Yazılar

ABD-Çin ilişkileri: Tehlikeli ve belirsizliklerle dolu bir ortam şekilleniyor

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Çin’i birinci rakip olarak saptıyor, Tayvan’ı savunmaya hazırlanıyor (Hal Brands & Michael Beckley, “Washington Is Preparing for the Wrong War With China” Foreign Affaires, 16/12/2021).

Çin, savunma harcamalarını hızlandırıyor, hipersonik füzeler geliştiriyor; küresel mali piyasalarda Batı’ya bağımlılığını azaltmaya çalışırken, Batı’nın Çin piyasalarına bağımlılığını arttırmaya çalışıyor (The Economist, “China courts global capital, on its own terms” 11/12/2021).

ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin dinamiği giderek bir büyük savaş olasılığını da içeren kaygı verici gelişmeler sergiliyor.

Stratejik sıkışma

ABD’nin uluslararası ekonomik ve siyasi ilişkilerde belirleyici olma durumuna geri dönme şansı artık yok; önündeki en iyi seçenek, büyük güçler arası rekabet ortamında “ekolojik üstünlüğünü” (diğer büyük güçleri etkileme kapasitesinin, onların ABD’yi etkileme kapasitesinden daha yüksek düzeyde kalmasını) güvenceye almak.

Buna karşılık Çin’in kısa dönemde küresel çapta belirleyici düzeye ulaşması olanaksız.

Ancak, Çin, Hint-Pasifik Havzası’nda, “Yol-Kuşak İnisiyatifi” coğrafyasında, kredi verme kapasitesine, stratejik teknolojiler alanında hızlandırdığı gelişmelere dayanarak bir “ekolojik üstünlüğe” ulaşmayı amaçlayabilir.

Bu stratejik seçeneklerden biri diğerini dışladığından, tehlikeli ve belirsizliklerle dolu bir ortam şekilleniyor.

Akışkan bir 30 yıl

Son 30-35 yılın jeopolitik hikayesi, ABD’nin küresel konumu giderek zayıflarken. Çin’in yükselmeye, kendi çıkarlarını dayatmaya başlamasına ilişkindir. Geçen yüzyıl kapanırken, “İki Kutuplu Dünya” yerini tek süper güç ABD’nin “Tek Kutuplu Dünya” tasarımına, ABD liderliğinde “küreselleşme” sürecine bırakıyordu. Ancak, ne Rusya, ne 1970’lerde dünyaya açılarak hızlı bir büyüme sürecine giren Çin Halk Cumhuriyeti, ne de Avrupa Birliği ABD’nin “Tek Kutuplu Dünya” tasarımını kabul etmekte istekliydiler.

Yeni bir yüzyıl başlarken, 11 Eylül 2001’de New York’ta, ABD’nin küresel liderliğinin simgesi Dünya Ticaret Merkezi’ni hedef alan saldırılar, uluslararası ilişkilerde büyük sarsıntı yarattı. Artık “terörizme karşı küresel savaş”, liderlik yerine dayatma anlamında “American Emporium”, “Büyük Ortadoğu Projesi” konuşuluyor, küreselleşme kavramı hızla yerini jeopolitik kavramına bırakıyordu.

“Terörizme karşı küresel savaş”, Afganistan ve Irak’ın işgali, ABD’nin liderliğini restore edemediği gibi, sorun çözme kapasitesini, geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini mercek altına aldı. Yüzyılın en büyük finansal krizi ve onu izleyen büyük durgunluk da, dünya ekonomisinin ABD liderliğinde şekillenmiş düzenine olan güveni sarstı.

Deng Şiaoping liderliğinde, dünya ekonomisine açılmaya başladıktan sonra yıllık ortalama % 10 gibi bir hızla büyümekte olan Çin, 2007-08 finansal krizi ve onu izleyen büyük durgunluk sırasında dünyanın ikinci büyük ekonomisi, küresel sorunların çözümünde, ABD’nin yanı sıra ikinci “vazgeçilmez ülke” konumuna yükseldi.

2015’te Şi Cinping’in Komünist Partisi Genel Sekreterliğine gelmesinden sonra Çin, Deng Şiaoping’in, “Gücünü sakla, gelişmeye devam et” ilkesini terk ederek, ABD liderliğinde şekillenmiş dünya ekonomisinin kurallarını sorgulamaya, “Tek Kuşak Tek Yol İnsiyatifi” adlı ve Çin ekonomisini karadan Avrupa’ya bağlayan, Orta Doğu’dan Afrika’ya uzanan coğrafyada kendi küreselleşme projesini inşa etmeye başladı. Çin, şimdi 2025’e kadar küresel düzeyde teknoloji ve bilim alanında dünya liderliğine yükselmeye kararlıydı.

2500 yıllık soru

Çin’in yeni bir büyük güç olarak yükselmesi, 2500 yıllık bir soruyu gündeme getirdi: Bir egemen süper gücün karşısına hızla yükselmekte olan yeni bir güç çıkarsa ne olur?

Harvard Üniversitesinden tarihçi, Prof. Graham Allison, bu soruyu Atina ile Sparta arasındaki Peloponez Savaşlarının (M.Ö. 431-404), tarihçisi Tükidides’in (M.Ö. 455-400) yazılarından hareketle, şöyle bir cevap veriyor (Allison, Graham, 2017, Destined For War: Can America and China escape Thucydides’s Trap?, Houghton Mifflin Harcourt, Boston): Yerleşik süper güç, yeni yükselmekte olan güçten korkmaya başlarsa, bir savaşa yol açma olasılığı çok yüksek bir durum, Tükidides’a atıfla bir “Tükidides kapanı” oluşur.

ABD ile Çin arasındaki dinamik de Tükidides kapanını anımsatan özellikler sergiliyor: Yerleşik ABD, Çin’in yükselişinden korkuyor ve durdurmaya çalışıyor (Office of the Secretary of Defence, “Military and Security Developments Involving the People’s Republic of China 2020” Annual Report to Congress 21/08/2020). Çin, yakaladığı yükselme momentumundan yararlanırken bu ittifaklar sistemi içinde küçük bir müttefikin sorunlarının büyümeye başlayarak bir “hegemonya savaşı” yaratma riski şekilleniyor.

Bu iki gücün hızla genelleşebilecek bir savaşı tetikleyebilecek bir ittifaklar ağı ada var. Örneğin, Trans-Pasifik Ticaret Anlaşması, Japonya, Malezya, Singapur ve Vietnam gibi Çin’in yükselmesinden kaygılanan ülkeleri, ABD ile bir araya getiriyor. Ek olarak, Tayvan, Kuzey Kore, gibi her iki güç açısından patlayıcı ittifak noktaları ve Çin’i hedef alan, “Beş Göz”, AUKUS, Quad gibi güvenlik anlaşmaları var. ABD ile Çin arasında Tayvan, Filipinler ile Çin arasındaki Spratly adaları sorunu, Çin’in kimi kayalıklar üzerinde kurduğu askeri üstlerin statüsüne ilişkin tartışmalar gibi sürtüşme noktaları da var.

Tarihte, “Tükidides kapanı” olarak tanımlanabilecek 16 durumun, 12’si savaşla sonuçlanmış. Buna karşılık İngiltere ile ABD arasında hegemonya transferinin bu ikisi arasında bir savaşa yol açmadan tamamlanmış olmasına bakarak, savaşın kaçınılmaz olmadığı sonucuna ulaşmak da olanaklı. Diğer taraftan ABD ile İngiltere savaşmadı ama bu iki ülke arasında güç transferi, Almanya ve Japonya gibi iki yükselen güce karşı savaştan ve Süveyş krizinden geçerek gerçekleşebildi.

İyimser bir yaklaşım

Yine de “16 durumdan 4’ünde güç transferi savaşla olmadı” saptamasını benimsemek, bu iyimserliği de ekolojik (küresel ısınma ve iklim krizi) ve patojenik (virüsler) krizlerin, hatta küresel mali sistemin, girift tedarik zincirlerinin yönetişiminin, uluslararası düzeyde, özellikle de en büyük iki ekonominin devletleri arasında bir işbirliğini zorunlu kıldığına ilişkin bir saptamayla desteklemek mümkün. Dahası, küreselleşme sürecinde, ABD ve Çin ekonomileri arasında oluşan girift ekonomik, finansal, hatta teknolojik karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin bir savaş olasılığını ortadan kaldırdığı da söylenebilir: Neden, bu iki süper güç, kimi alanlarda rekabet ederken, kimi alanlarda da iş birliği yapmasın?

Ne var ki, Rekabetin en yoğunlaştığı alanda karşımıza doğrudan savunma ve enformasyon kontrol alanına bağlanan stratejik teknolojiler çıkıyor (Jeanne Whalen & Chris Alcantara, “Nine charts that show who’s winning the U.S.-China tech race”, Washington Post, 21/09/2021).

ABD’nin “ekolojik üstünlüğünü” koruma çabaları, öncelikle teknoloji alanında liderliğini koruma kapasitesine bağlanıyor. Pentagon da bu bağlamda, 2014 yılında devreye giren “3. Dengeleme” (offset) (1-1950’lerde taktik nükleer silahlar; 2- 1970’lerde hava ve kara güçlerinin entegrasyonu) olarak adlandırdıkları “model” gereğince teknolojik gelişmeleri, siber alanda, uzayda Çin karşısında üstünlük sağlayacak, Çin’deki gelişmeyi yavaşlatacak yönde, hızlandırmayı amaçlıyor.

Çin’in de yapay zekâ, kuantum bilgisayarı, uzay ulaşımı, nükleer enerji, uzay ve havacılık çalışmalarında, Hipersonik füze teknolojileri, toplumların güvenlik, istihbarat, karşı istihbarat sistemleri, savaş yöntemleri üzerinde sarsıcı, hatta bozucu etkiler yapan stratejik teknolojilerde hızla öne geçmeye başladığı görülüyor.

Yapay zekâ, insansız savaş araçlarının ötesinde, hedefini kendi seçen “otonom silahların” gelişmesini kolaylaştırdığı için özellikle önemli bir rekabet alanı oluşturuyor (Graham Allison & Eric Schmidt “Is China Beating the U.S. to AI Supremacy?” https://nationalinterest.org/feature/china-beating-america-ai-supremacy-106861), kuantum bilgisayarı da bilgi işlem alanında, düşman merkezler tarafından okunamayan haberleşme olanakları, başka ülkelerin sistemlerine sızma kolaylığı, enerji sektöründe de toryum reaktörü, birbirine eklenebilen üniteler alanında gelişmeler, Çin açısından enerji bağımsızlığı olasılığı yaratıyor. Çin’in uzay çalışmaları alanında attığı hızlı adımlar, uzayı jeopolitik rekabetin kapsamı içine almaya başlıyor. Bu rekabet alanları da doğrudan stratejik teknolojiler için gerekli ender minerallerin topraktan çıkarılması arıtılması ve piyasaları üzerinde iki ülke arasında klasik kaynak rekabetini, ticaret yolları üzerinde denetim kapasitesini arttırma, coğrafyaları paylaşma çabalarını besliyor.

Bu ortamda, ABD, Çin’in teknolojik gelişmesini sınırlamaya, finansal gücünü kullanarak diğer ülkeler üzerinde etki kurma kapasitesini engellemeye çabalıyor. Buna karşılık, Çin, teknolojik gelişmesini yavaşlatacak engelleri etkisiz kılmaya özellikle önem veriyor (Çinli bilim kurgu yazarı Lui Cixin’in dünyaca ünlü, Üç Kütle Sorunu, Karanlık Orman ve Ölümün Sonu üçlemesinin içindeki en önemli temayı bu teknolojik rekabet, uzaylı bir gücün, dünyadaki teknolojik gelişmeyi engelleme çabaları oluşturuyordu); devletin kaynaklarını teknolojik gelişmeyi hızlandıracak, askeri kapasitelerini artıracak biçimde yönlendiriyor. Çin, finansal kaynaklarını da uluslararası alanda ekonomik diplomatik etkisini arttıracak, askeri üstler elde etmesine yardımcı olacak bir borçlandırma stratejisi için kullanıyor.

Küreselleşme süreci ve iki ülke arasındaki karşılıklı ekonomik, finansal bağımlılık ilişkileri, tedarik zincirleri, bu rekabet alanlarındaki gerginlikleri, sınırlama ve kontrol altında tutma eğilimlerini ve olanaklarını, dolayısıyla iyimser yaklaşımı, yakın zaman kadar besliyordu.

Ancak, finansal krizin finansal hareketler alanındaki, popülist politikacıların korumacılık eğilimlerinin dış ticaret alanındaki etkilerinin küreselleşme sürecini çözmeye başladığı görülüyor. Çin ve ABD’nin giderek artan içe kapanma eğilimleri küreselleşmeyi geri çeviren basıncı güçlendiriyor. ABD, Çin’in yeni teknolojilere ulaşmasını engellemek için Çin teknoloji ve sosyal medya şirketlerinin etkinliklerini, yatırım izinlerinin sınırlandırmaya başlıyor; kimi Çin teknoloji şirketlerinin ABD’deki etkinliklerini sınırlıyor hatta yasaklıyor.

Çin de ülkesindeki yabancı şirketlerin, özellikle teknoloji alanında çalışanların etkinliklerini sınırlandırmaya, “ikili dolaşım stratejisi olarak adlandırdığı yeni bir programla, gıda, enerji ve teknoloji alanlarında dışa bağımlılığı azaltarak kendine yeterli bir ekonomik yapı oluşturmaya yöneliyor. Çin, ülkesinin uluslararası alanda çalışan, hisselerini Batı borsalarında kote ettiren, sosyal medya ve alış-veriş platformlarına kısıtlamalar getiriyor, yabancı borsalardan çıkmaya zorluyor, hatta ürettikleri “büyük veri” kaynaklarını denetim altına alıyor.

Yukarda kabaca betimlenen ortamda, kırılgan dengeleri, potansiyel olarak yıkacak bir yeni teknolojinin hızla gelişerek etkisini göstermeye başlaması, iki güçten birinin “geride kalıyorum” korkusu, girift ittifakların patlayıcı noktalarından birinden başlayan güvenlik sorunları gibi gelişmeler, “Tükidides Kapanı”nın içerdiği riskleri artırıyor. Bu iki ülkenin ekonomik olarak birbirinden kopmaya başlaması, bu risklerin getireceği bir savaş olasılığının önündeki engelleri giderek zayıflatıyor.

Popüler Yazılar